28 Nisan 2015 Salı

Son Zamanlarda Hayat...

Hay pipıl,

Bugünlerde baharın gelmesiyle, içimdeki yeşil, çorak topraklarım, gün ışığım tekrar gün yüzüne çıktı.
Her şey aynı ya..
Yine ben düzenlemeye çalışan kendini.
Bunu da yapmalıyım, şöyle mi olsa, nasıl üstesinden gelsem havaları havaları, Roman havaları..

Parklar çok güzel.
Laleler.
Sümbüller.

Kendimi sıklıkla atıyorum sokaklara.
Hatta bu sabah, hayatımda ilk kez 06.15'te çıktım sokağa, parka gittim yürüyüşe.. Kimse yoktu tabii ki, hava aydınlık, kuşlar uyanmış bir gün öncesinden yerlerde kalan yemekleri topluyor. Deniz durgun sessiz.. Doğa ne güzel bir şey ya! Bir saniye ne diyordum, hah yürüdüm.. 45 dakika yürüdüm. Sonra eve geldim duş aldım, layk yuropiiiinnn pipıl... İşe geldim.

Evet spor mutluluk sağlıyor, kendini iyi hissetme, bir türlü ben işe yarıyorum, iyi ki varım hissi..
Bunu ne kadar yapabilirim bilmiyorum şimdilik.
Ama yarın sabah Pınarla anlaştık, evden Kadıköy'e yürüyeceğiz, sonra motorla Eminönü, Eminönü'ndende işe yürüyelim dedik.. Sırtıma havlu koyayım da üşütmeyeyim değil mi..

İşte sanırım önemli olan devam etmek buna.
Bugün sabahın köründe Gülistan'a çay ocağında istikrar önemlidir diye bağırdım da ne oldu. Bana da lazım.

Evet kilo vermeye başladım, şimdilik 3 kg gitti. Son iki haftadır tartılmıyorum, yarın tartılacağım (Tartılma kelimesini google tanımıyor, altını çizdi, hatta kendi adını da tanımıyor onunda altını çizdi) Gereksiz bilgilerden sonra söyleyebilirim ki beklentim 1 ile 1,5 kg arası yarın için. Göreceğiz.

Yine bir hareket halindeyiz şu ara..
Çok uzun nasıl anlatacağım günlük bilmem, bilemedim. Fotoları koymalı, uzun uzun bakmalı, anlamaya çalışmalı şu garibin hayatını.:P

O halde günlüğümü son zamanların bir kaç fotosuyla şenlendirmenin zamanı geldi..
Neler yaptım görselli mörselli aşağıda..

Gizem geldi İngiltereden, evlenecek o. Gelinlik provası için buluştuk. Kendimizi denize verdik. Gizem is the rayban girl. Aman işte size göre en sağda öndeki.
Nesli and me.


Yemeler, içmeler, muhabbetler...

İyi kızlar ceneteeeee.....


Herkes diyette, ya sen?
Canikonun doğum günüydü, 3 yaşını bitirdi, pazıları güçlenmemiş miydi?


Pascal Nouma'nın kızıymış, adı Elma.. Sipariş ettim bundan istiyorum.


21 Nisan Ceren'in doğumgünü, gayet emrivaki bir biçimde ona doğumgünü yaptık, İncesaz Konseri, Moda Sahnesi.
Ortada Elçin ve tabii ki ben olmayan da Ceren.
                                   Elçin'in cadı Prenses'i büyüdü, adam oldu, 1 yaşını bitirdi..


 Aldığım en güzel doğum günü hediyelerinden!Rakı Ansiklopedisi... Evet Şubatta doğduk, Nisan'da hediye aldım, itiraz etmedim bayıldım! :) Erdem&İlkim gecesinden...

Mücver bile var..


Klasik kemençeyi aradım hemen ama bulamadım, Kemani Tatyos Efendiyi gördüm, güzel ama eksik bilesin yayıncı..
Can'ım geldi bana, park bahçe takıldık tabii.

Arcan abisinin gitarı, numaradan pozlar bişiler..


Burak evlendi.. Çok hoş ve romantikti her şey..


Göztepe Parkı 







Vaayy ne uzun post olmuş..
Yani böyle, sağa koştur soldan doldur, onu gör, şunu yap geçiyor zaman.
Haydi Behlül kaçar..
:)

15 Nisan 2015 Çarşamba

Biriken ve Rıza Kocaoğlu İle Ormanlardan Hemen Önceki Gece

Geçtiğimiz günlerde, Zorlu Center PSM'de Biriken'in bu sezon çıkarmış olduğu 2. oyuna gittim. Ormanlardan Hemen Önceki Gece, Rıza Kocaoğlu performansı ve Biriken'in rejisiyle sahnelerde..
Evet söyleyecek çok sözüm var.

Nerden başlamalı yazıyı nasıl kurgulamalı bilmiyorum..

Metinden mi başlasak? Ormanlardan Hemen Önceki Gece (La nuit juste avant les forets) Bernard Marie Koltes'in tek kişilik oyunu.. Koltes, 1948-1989 yılları arasında yaşamış Fransız, çağdaş tiyatronun yazarlarından. Hayatını tiyaro, reji, sinema ve yazarlık ile geçiren Koltes, yaşamı boyunca defalarca kanser olup, intihar telebbüslerinde bulunmuş ve sanırım aids olarak ölmüştür. Koltes'in bir kaç eserine göz attığınızda aslında kendi hayatından, umutlarından ve umutsuzluklarından, dünya görüşünden çok büyük parçalar görebilirsiniz. Ormanlardan Hemen Önceki Gece'de olduğu gibi...

"Bunların hepsi dibine kadar politika zaten.. Bunlar sadece adamın kafasını karıştırır.
İşte o yüzden sen benim fikrimi dinle..
Uluslararası ölçekte sendika..
Burada önemli nokta uluslararası ölçek noktası. Zor şimdi hepsini birden seni geç kendime bile anlatması.
Ana politika yok işin içinde, benim fikrimin özü kendimi korumak."



Metin oldukça karışık. Parça parça hikayelerle bir bütün oluşturmakta. Özünde yalnızlığın izleri var. Anlatmak, konuşmak, fikirlerini söylemek, paylaşmak aslında özlem duyulanlardan.. Ben oyunda büyük bir yalnızlık ve çok büyük bir ötekileşme duygusu aldım.. İçinde büyük hikayeleri olan baş oyuncu, anlatmak istediklerini, paylaşmak istediklerini, fikirlerini durmaksızın tek nefeste seyirciye anlatmakta.. Belki de o yüzden, yani bir volkanın patlama anı gibi, kontrolsüzce çıkan kelimeler farklı hikayeleri temsil ederek bütüne gitmekte..

"Elini hiç bir şeye süremeyen ben, her yere girip çıkıcam, hani nerdesiniz nerdesiniz?, bugüne kadar suratıma tükürenler nerdesiniz?
Onlar benler, biz siz..
Şu omuzları kaldıra indire yürüyenler.. Bir köşebaşında savunmasız amaçsız takılanlar, annesinin dizinin dibinden gelenler, olurda rastlarsanız onlara vurmayın dokunmayın. O daha bir çocuk.
Benim fikrimde bu işte.
Tamam paramız pulumuz yok, belki geceyi geçirecek bir odam bile yok.."

Oyunu izlerken, hayal gücünüzde bir şehri canlandırabiliyorsunuz. Çok fazla şehir imgesine atıf var. Tabii ki benim gözümde canlanan Paris oldu. Koltes'in şehri olduğundan olabilir tabii :) Köprüler, parklar, dar sokaklar metnin içinde geçmekte..


Biriken bu sezon Tatyana'dan sonra ikinci oyunları olarak bu metni sergilemek istemiş.(Biriken=Melis Tezkan ve Okan Urun).. Tatyana bildiğim kadarıyla hala oynuyor ve son oyunlara yaklaştılar. O oyunla ilgili yazı için tık tık Biriken-Tatyana

Rejide, Biriken'in daha önceki işlerine nazaran daha metin ve oyuncu odaklı bir çalışma var. Tabii ki alışık olduğumuz görsel temalar, benim Biriken soundu dediğim müzikler :),  klasik müzik tınıları ve bir arya şarkısı oyunun sürprizlerinden. Dekor olarak ise, Birken'in sıklıkla kullanmayı sevdiği şeffaf oda bir oda ve eğimli bir platform sahneyi süslüyor. Bu dekorda oyunun sergilendiği sahnedeki derinlik ve taş duvar teması beni oldukça etkiledi. Dekor mimarisiyle (tamamen benim uydurduğum bir terim, ama sevdim!) kullanılan ışıklar, oyuna akıp gitmenizi kolaylaştırıyor. Rejideki bütünlük ve oyuncunun uyumu oldukça baskın ve seyirciyi içine çeken cinsten..



Ve Rıza Kocaoğlu.. Açıkçası büyük büyük övgüler yazıp, takdir edip sıyrılmak istemiyorum.
Ne demekse.. :)
Çok iyi buldum ben kendisini.
O metni, o hiç durmadan patlayan metni tane tane, ağzında gevelemeden, net bir biçimde aktarması.. Evet tiyatronun temeli bu, sahnenin en sonundaki insana kadar kelimeleri ulaştırman gerek, ama artık çok az böyle kullanımlar, ya mikrofon var ya da diksiyonu bozuk oyuncular. Ama Rıza'da o koca metin dalga dalga kulaklarda.. Her şey çok net..

Metnin yukarı çıktığı noktalarda, fiziksel olarak büyük hareketleri bir anda dikkati tekrar toparlıyor, sahneyi çok dolu dolu ve iyi kullanıyor. Vurgularını çok beğendim.. Hele ki tam da şurada..

"Boşverip her şeyi, bırakıp kendimi rüzgara koştum, yere değip değmediğini anlamadan ayaklarımın, en az senin kadar hızlı koştum, yetişip sana, tutup kolundan arkadaş arkadaş demek için koştum...
Tanıyorum seni tutamam içimde, anlatmam lazım!
Ben tanıyorum zaten seni, anlatacak kadar, biliyorum kimsin nesin..
Biliyorum sen doğru insansın anlatacak..
Köprünün üstündeki kızı anlatacak.."

Rıza Kocaoğlu'nun oyunculuğu, yüzündeki o çizgileri, ses tonu benim için Koltes'in metniyle ve anlatmak istediğiyle birebir oturmuş durumda. Hani ne derler...Good casting!!

Ama oyun bir bütün. Dediğim gibi kafamda Biriken-Rıza Kocaoğlu-Sahne ve Metin..Üçgenin uçları ve hepsi birbirine bağlı.

Oyun Zorlu Center PSM'de devam etmekte.. Bu sezon kaçırmadan izleyin derim.


*İtalik harflerle yazılan oyunun metninden kendi duyduklarım, birebir olmayabilir.


Yazan: Bernard-Marie Koltès
Çeviren: Ayberk Erkay
Yöneten, sahne tasarım, video: biriken (Melis Tezkan – Okan Urun)
Oyuncu: Rıza Kocaoğlu
Yönetmen yardımcısı: Gözde Kocaoğlu 
Işık tasarım: Kemal Yiğitcan
Ses tasarım / Müzik: Ömer Sarıgedik
Dekor uygulama: Jesse Gagliardi 
Arya: "Sposa son disprezzata" – Vivaldi - Soprano: Simge Büyükedes 
Piyano: İklim Tamkan

13 Nisan 2015 Pazartesi

Günlük Ritüeller/Yoksa Siz Hala Rutinden Şikayet mi Ediyorsunuz?

Etmeyin..
Çünkü içinizde bir deha yatıyor olabilir..
Başlıyorum anlatmaya hazır mısınız?

Bu senenin 24 Şubatında, yani may börtüdey gününde, Sevinç ablanın bana hediye ettiği "Günlük Ritüeller" kitabını elime aldığımda ve hemen içine bakmıştım her kitaba yaptığım gibi. Onlarca yazarın, düşünürün, yönetmenin, müzisyenin tüm dehasının kendi tutturdukları düzen içerisindeki ritüeller içinde olduğunu anlatan, kişilerin hayatlarından ve özellikle alışkanlıklarının özetlendiği inanılmaz akıcı ve gerçekten çok çok enteresan bir kitap. Günlük Ritüeller kitabını malesef zamansızlıktan yeni elime aldım. (Aslında zamanın her şeye yetebileceğini anlatan bu kitabın öz felsefesiyle tamamen aykırı bir cümle kurdum farkındayım).

Hemen hemen tavsiye ediyorum.. Kitap çok net, çok basit bir şekilde büyük dehaların önemli alışkanlıklarını anlatıyor. İçerisinde büyük derinlikler, ya da hayatlarındaki büyük olaylar, kırılma noktaları yok. Sadece çok özet bir biçimde, spot notlar var.

Ben ve benim gibi yüzlerce sabah 8-5 ya da 9-6 ya da 10-7 neyse ne, işe gitmek zorunda olan onlarca insan hayata yetişememekten, üretememekten, yazamamaktan, herhangi bir şey izlememekten, çocuğuna ailesine ilgi gösterememekten şikayetçi.. Evet bende.. Çünkü çoğumuzun yaptığı işle kendi yeteneklerinin ilgisi yok, ya yanlış tercihler, ya zorundalıklar insanların vaktinin büyük kısmını alıyor. Benim durumum biraz istisna aslında, düşününce çok çok sevdiğim işimi, çok sevimsiz bir ortamda yapıyorum.. Hoş benim kümem de doludur eminim..Çoğu zaman bu tarz rutinlerin  kişiyi körelttiğini çok güzel ve verimli zamanlarımın iş yerinde geçtiğini düşünürüm. Elbetteki sözüm farklı zevkleri olanlara, geliştirmek istedikleri yetenekleri, öğrenmek istediği el becerileri, okumak istediği kitaplara özlemi olanlara..

Bir diğer konu da günün hangi saatlerinin çalışmak için uygun olup olmadığı. Ben gündüz insanıyım o kesin. Ortaokul ve lisede arkadaşlarım sabahlayarak çalışırken ben 10-10,30 uyur sabah günün ilk ışıklarıyla kalkardım. Sanki o zaman beynim tüm verileri tek hamlede alır, ve inanılmaz net bilgiye ulaşırdım. Hala öyleyim. Benim için en zevkli, verimli ve konsantre saatlerim sabah 7-11 arası. O zamanlarda yaptıklarım inanılmaz etkili, beynim daha farklı çalışıyor sanki.. Düşününce ailede ve arkadaş çevremde insanlar daha gececi.. Arcan, ablam.. Onlar gece uyanan devler :) Annem, abim ben tavukgiller..

Günlük Ritüellerde, aslında büyük dehaların nasıl çalıştıkları yer alıyor. Mason Currey'in derlemesi olan kitap W.H. Auden'ın "Akıllı insanda rutin, ihtirasın işaretidir" sözüyle başlıyor..
İşte beni benden alan cümle ;)



Kitapta Simone de Beauvoir, Fredico Fellini, Mozart, Chopin, Arthur Miller, Haruki Murakami, Joan Miro, Franz Kafka, Agatha Christie, Jean Paul Sartre, Descartes, Stephen King, Leo Tolstoy, Victor Hugo, Balzac George Orwell, David Lynch'a kadar usta insanların, büyük adamların, çok başarıların, çok işlerin hayatlarından kesitler var. Ve daha ne isimler, yazamadım, çoook uzun...


Zamanı kontrol etmenin büyük yaratıcılıkların gelmesini sağladığını ifade eden kitapta bir kaç enteresan hikaye var ki paylaşmadan edemeyeceğim. Mesela Francis Bacon'un aslında bir alışkanlık insanı olduğu, Federico Fellini'nin  her sabah 6'da kalktığı, Ingmar Bergman'ın yıllar boyunca hep aynı programı izleyerek, düzenli bir hayat tarzının olduğu, Morton Feldman'ın bestelerini sabah 06-11.00 arasında yaptığını, Mozart'ın 6'da kalkıp 7'de hazır olduğu ve saat 9'a kadar çalıştığı ve Beethoven'ın da gün doğarken kalktığını ve en elzem sorumluluklar arasında banyo yapmayı saydığı bir hayat anlayışının olduğu...

Tüm bu dehaların bir ortak özelliği de var ki genel olarak çoğu egzersiz yapıyor. Bu egzersizler günümüzün popüler hareketleri olmasa da mutlaka programlarında günde bir saat yürüyüş var. Darwin, Charles Dickens, Flaubert, Honore de Balzac, Kant, Le Corbusier, Beethoven egzersiz yapanların başında. Haruki Murakami'nin koşu tutkusunu da biliyoruz tabii ki :) Haruki Murakami-Koşmasaydım Yazamazdım

Anthony Trollope'nin ömrünün büyük bir kısmında bir kamu kuruluşunda memur olması ve buna rağmen erkenden kalkarak tam 47 roman ve 16 kurgu dışı kitap üretmesi..Oh Jesus!! Şevk, teşvik, alkış, helal...Ne dersen... Ne istersen...

İçecekler de büyük önem taşımakta özellikle sabah kahveleri ve öğleden sonra başlayan sabaha karşı biten şarap seansları. :)



Tabii tuhaf alışkanlıklar da söz konusu, Thomas Wolfe ve Benjamin Franklin'in çıplak yazma seansları da enteresan geldi bana, özgürlüğün simgesi olmasın?

Kitabı okumaya devam ediyorum. Karşıma çıkacak örnekleri de merakla bekliyorum. Ama başta da söylediğim gibi şu erkenciler ve rutincileri tek geçiyorum..


Düşününce birden bu büyüüüükkk firmaların CEO'larının her sabah 05.30-6.00 saatlerinde kalkmaları, sporla güne başlamaları, düzenli beslenip işe akmaları, başarının anahtarı sayılır mı?


Haydi düşünelim, düşündürtelim.
Erken kalkıp yol alalım.
Şikayet etmeyelim.
Falan felan.





Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...