12 Ağustos 2015 Çarşamba

Bodrum Bu Sene Daha da Aşksın Sen! ♥

Tatilden sonra işe başlamak pek keyifli değil. Rahatlamış tüm vücut kasların, eklemlerin, hücrelerin tekrar minik minik kasılmalarla hayata adapte olmaya çalışıyor. Evet aslında tatil bir hayal balonuydu, aslolan İstanbul, aslolan iş, aslonan bu.

Oldukça karışık, karmaşık, değişik daha öncekilere hiç benzemeyen 15 gün geçirdim Bodrum'da. Bu sefer daha başka bir algıyla, daha başka bir kafayla yaşadım nedense. Deniz, güneş en iyi tarafı, hep iyi tarafı, aslolan tarafı..

Bodrum bu sene benim hafızamda hiç ve hiç,asla ve asla unutmayacağım güzelliklerle de doluydu
aynı zamanda. Şimdi etrafı onlarca kalp resmiyle bulamak istiyorum. ♥ 

Buladım say.
Bodrum'un en tatlısı anneanne...♥ 

Bu vücudu elde etmek için çok çalışıyorum beni anlıyor musun? :P
(İdil Hocam öperim :))

Yalıkavak, Masal Evi...

Hep denedin. Hep yenildin. Olsun. Yine Dene.Yine Yenil. Daha İyi Yenil Mr Koca. 
Çökertmeden Çıktım da Halilim...
Aman Bitez Yalısına Varmadan Halilim...
Ay neyse.. Bitez'de Çökertme Kebabı.. Melikeeeeeeee gerçeği 10 basar... Öyle güzel!

Bana bu suyun gerçekliğini ispat edin leeeenn derdim foto görseydim.
Yüzdüm ben onda.
Süt banyosu desem benzer mi ki?
Orak Adası...

Ayy bu da Carmen!! Yersin yersin yersin!!!


Elçinoooooomm! Tatilimizin 1 günü çakışınca... Ne güzel oldu dimi?

Bodrum.. Aşksın seeeeennn!

Sanırım ülkede olan biten o bombalı, kanlı, hayat durdurucu tüm işler ben oralardayken oldu ve kendimi tatilime veremedim. Çok kafam takıldı günlerce düşündüm düşündüm düşündüm. Yine içinden çıkamadım. Ve içinden çıkamadığım her konunun bana yarattığı etki gibi, mutsuz oldum. Çaresiz kaldım.

Zor zamanlardan geçiyoruz.
Anasını satayım bitmedi zaten. Kendimi bildim bileli bu haltların içindeyiz. Ağzımı bozmayayım değil mi?

Ve son olarak komik bir şey...
Blog yazıları nelere kadir. Gel hele... Tatile gitmeden yazdığım "Sevgilim Seni Terkedemeyeceğim Çünkü Valiz Yapamıyorum" başlıklı son yazımı "Yasemin boşanıyormuş, aaaaaaaaaa, oooooooooooo, neeeeeeeeeee, eeeeeeeeeeeee" ile harmanlayıp anneme kadar taşıyan dedikodu kuşlarına selam olsun!

Boşansam ilk olarak blogda yazacağım değil mi bangır bangır.
Kuş beyinlisiniz.
Hiç bir şeyi anlamayacak kadar kapasitesiz ve kötü şeylere sevinecek kadar acınası durumdasınız.
Yazık.

15 Temmuz 2015 Çarşamba

Sevgilim Seni Terkedemeyeceğim Çünkü Valiz Yapamıyorum

Bana tatlı tatlı tatillerden bahset bebeğim!

Geldi dimi o vakit.
Oh ohh şükürella nurella...

Gidiyorum, tamam. Kocaman yorgunluklarımı arkada bırakıyorum, kendimi maviye atıyorum. Mavi su, Mavi deniz, Mavi gökyüzü, Mavi kıyafetlerim, Mavi... Başka mavi yok bence..:P

Dün akşam, saatlerce valizle ilgilendim. Ütüsü, ne giyceğim, altına üstüne, ayakkabılarımın nasıl olacağı, o bu şu... Çok radikal bööyle pratik kararlar aldığımı sanmayın.. Doldurdum tüm dolabımı, doldurdum tüm ayakkabılarımı..!

Ben valiz yapamıyorum, dün akşam yine bunu anladım.. Benim seyahat kültürüm sıfır. Vallahi bak... Yeminlennnnnn...

İşte başlıkta anlatıldığı gibi sevgiliyi terketmeye kalksam ömrü billah çıkamam evden.. Ne alayım, nasıl koyayım derken adam beni tekrar kandırır, yani o denli uzun sürer!

Senede bir kez uzun tatile çıktığım için, bööyle karar veremiyorum ne alsam ne giysem ne yapsam. Olduğu gibi dolabı yanımda götürüyorum. Al sana gardrop pardon valiz..

Sonra tabii ki bilindik son. "O kadar taşıdım amaaaaa giymedim ne şapşalım beeeğğğnnn" diye homurdanıyorum. Ama denedim... Az almayı da denedim.. O zaman da ya şu pantalonu neden almadım ben, hay bin kunduzum, hay Allah beni bildiği gibi yapsın diyip kendime zehir ediyorum..

Takılar.... Offf neyle neyi takacaksın.. Daha kıyafetlerini tam olarak seçmemişsin.. Takı analizi çok zor.. Olduğu gibi kutulara dolar gider.

Ayy kozmetik eşyaları!!! Deniz-güneş-kum-kızlar tatilinde beni en zorlayan şey! Çünkü alt kategorileri var, neler mi?
1. Saçlar... Denizden çıktın duşunu aldın fön çekemeyeceğine göre... Tarağın, açıcı spreyin, fön makinen, argan yağın,kıvırcık belirginleştiricin, üstüne köpüğün, köpüğün baş edemediği azgınn saçlar kısmına azıcık da jölen.


2.Vücut şeyleri... Allahım bir kere koruyucu krem, bronzlaştırıcı yağ, güneş sonrası krem, yüzünün güneş koruyucusu, yüz temizleyicini göz bilmemnen, makyaj temizleyicilerin, ayy çok nemsiz kaldın cok cok yağların, banyo lifin,şampuanların....Terrible!
3. Makyaj malzemeleri.. Az yapılıyor tatillerde.. Ama yine de götürüyorum ya aniden gözlerime sürmeler çekmek istersemmmmm??

Kıyafetler çantalar kısmına zaten detaylı giremiyorum.. Giremeyeceğimm..
Yani annem bu gel gitler beni yoruyo şimdiden..

Biri gelse senin her türlü işini valizini hallederim sen atla git dese, ben dünyadaki cenneti bulmuş olurum.. İşte o melek! İşte o huri benim için..

Valizz dediğin nedir ki ben tık tık ennn fazla yarım saat.. Sakın demeyin bana! Çok dediler, yine biri derse çakarım. Acımam...

Ha sakın birde çocuğun olsaydı napardın da demeyin. Gitmezdim otururdum evimde.




Yani özetle ben dün yetiştiremedim.. Sözde bugün iş dönüşü hemencik atlayıp gidecektik trafiğe kalmadan.. Benim daha işlerim var... Arcan dün gece arkadaşlarıyla olduğundan valizini de hazırlamadı. Aman erkek dünyası 2 bermuda 2 mayo 2 pantalon ve alabildiğine tişörtle bitecek onun işi. O hakkaten 15 dakika, hadi en kötü yarım saat..

Ay neyse ben tatile gidiyorum. Orada valizimle gidip dinleneceğim. Onu ayrı bir şezlonga yatıracağım.
2 hafta yokum.
Sonra gelip abimi evereceğim.

Çok öpürem sevirem.
Kendinize iyi bakın. Mutlu bayramlar olsun şimdiden :)





7 Temmuz 2015 Salı

Hayat Bir Sudur İç İç Kudur...

Her güne bir olay var aslında,anlatacak çok şey, muhabbet edecek çok konu var. Ama benim işyerindeki mouse'um kötü.. Mouse özel kelime değil, hatta İngilizce.. Çok saçma cümlede kullanmam.. Zaten bahsetmek istediğim  mouse da değil. Klavye diyecektim.

Klavyem kötü, şıtı şıtı fıtı fıtı havalı değil, cool değil, sexy değil.. Böyle kamuda çalışan insan klavyesi. Hah tamam, bende kamuda çalışıyorum zaten. Çok uygun buraya bu model klavye..

Şöyle ellerimde, parmaklarım arasında kayan bir klavyem olsaydı, ben daha fazla yazmaz mıydım? Yazardım, her sabah her akşam yazardım, iki elma fotoğrafı da koyardım, şak şak bir instagrama tag yapardım, ne güzel olurdu.

Birazdan bahsedeceğim bu ne? Acele etme bebeğim..




Ben işte böyle bazen şekilciyim, bazen maddeciyim. Yok öyle hikayelerim benim ahh ahh ne zorluklarla çalıştım ben, okudum büyüdüm, yok gaz lambasını yaktım da çalıştım, yok üst komşunun çocuğunun artık defterlerinden kendime yepisyeni defter yaptım gibi.. Yok ben onları bahane ettim, yeni defterim yok çalışamam dedim, bu lambada gözüm acıyor bana spot bulun dedim. İşte ondan bu klavyeyi beğenmiyorum yazamıyorum.

Yani yine 10 gün ara vermemin sebebi bu.
Buymuş..

Ben anlatacaktım olanı biteni, bak 4 paragraf oldu.

Geçtiğimiz hafta jürim vardı, 1. jürim, daha önümde 5 jüri var, ne zaman bitecek bu doktoraaaa diyenlere, daha en az 2 yıl var..

Sonra bir boşluk yapılmayanları yapma çabası, bomboş haftasonu, oh dedim.. Bir süreliğine..
Kafama takılan sorular var yeni evle ilgili..Mesela bahçe bakımından hiç anlamam, nasıl yapıcaz, o salyangozlar, kabukluları kabuksuzları, içeri sümüklü sümüklü girmeleri, bahçeyi sulayınca vıcırık diye ortalarda olmaları, çiçeklerimi yemeleri...

Sarmaşık bakımı? Örümcekleri, tuhaf böcekleri..İlaçlama mı yapmak gerekir? İlaçlama kedilerime zarar verir mi? Çiçekler mi ekmeli sağa sola? N'apmalı..?

Ben bu boş ama zevkli işlerle ilgilenmek istiyorum. Şimdi 10 güne tatile çıkacağım ve sonra dönüşte. Ağustos'ta burdayım, cır cır böcek olacağım. Ev ile ilgileneceğim, dekorasyon fikirleri üreteceğim yaşasınnn! (Yukarıdaki yastıklar o sebeplennnnn beybi)

Kedilerim 100..binlerce doğurdu, 9 yavru var! İkisi enfes güzelliğinden dolayı, ben daha aramadan yoldan geçenler tarafından ev buldu. 7 çirkin bana kaldı :). Hayatımda hiç böyle bir şey yaşamadım, genelde ev bulmak için çırpınır, ilanlar verir, tüm İstanbul milletiyle konuşurdum. Bu sefer almak istediler vermek istemedim, öyle bir şey! "Atmazsınız değil mi?, Daha önce kedi baktınız mı?, Nerede oturuyorsunuz, Camınız çerçeveniz telli mi" gibi ve daha nice nice sorularla adamları boğdum..
Güzel ötesi 2 kedim, gitti, ev buldu :( Üzüldüm galiba ya, bende manyak estetik kaygılıymışım meğer...

Dizilerim bitti. Game of Thrones ve Mr Selfridge.. Bana dizi önermek isteyen??? Hemen alırım yorumları. Zaten G.O.T. hem ekşi sözlük hem facebooktan şahane spoiler yedim. Yani sonunu öğrendim izlemeden.. Falan fıstık..

Fıstık çok severim.
Ay ne boş ve ne uzun yazı olduuuu..


20 Haziran 2015 Cumartesi

Çok Önemsemediğimden Aslında Kendimi.. İşte Bir Şeyler...

Hay Pipıl...

Sanırım çalışmaktan sıkıldığımdan bloğa geri döndüm şimdi. 3-4 gündür evdeyim.. Çalışıyorum, ilk tez izleme jürim var 30'unda.. İşte tam aşağıdaki gibi bir kal geldi bana.. (Temsili :P)



Bazı günler uzun uzun çalışırsın zamanın nasıl geçtiğini anlamazsın. Öyledir gerçek çalışma. Ama bugün dikkatim dağınık. Cumartesindendir belki.. Kuzenlerimi özledim.. Kuzenlerimle Cumartesi buluşmalarını özledim, aradım tek tek çaktırmadan az önce bir nabız yokladım.. İşleri güçleri işte..
Bu cumartesi evdeyiz, tamam.. Çünkü yaz, çünkü ramazan, çünkü jüri var, çünkü azıcık oturmak lazım bla bla.. Tamam Joe, söz dinliyorum, sakinim..

Şimdi Arcan bir çay koysa da getirseee teeyyy aşağılara benim çalışma odama. Kendisi gitarına gömülmüş dım tıs dım tıs.. Üff odama bir küçük tüp koyucam yeminle..!

Evet gelelim ciddi konulara. Şu ara o ara.. Güzel kararlar, yeni başlangıçlar zamanı. Ama milletin ağzına sakız ettim yine her şeyi.. Herkes sorup duruyor, ne oldu, ne zaman, nedir, sedir, bedir.. Aferin bana.. Herkes dünyanın en ketum insanıyken, kimse bir şey paylaşmayı bilmezken, paylaşmayı beceremezken, sorulardan, gözlerden bu kadar rahatsız olurken, her şeyini ortada yaşayan ben bu sakız edilme durumundan pek hoşlanmadım tabii.. Kendimi salak hissettim her zamankinden..

Neyse. Tamam yine ben yine ben. Yine bu yine bu diyelim..

Bu senenin 6 ayı geçti ayol...
Blog az yazdım.
Neden bilmem.
Hep bir açıklama yapma gereği hissediyorum kendime, sana, okuyana, takip edene.
Bilmiyorum ki heyecansızlıktan mı oldu, bunalımda mıyım acaba yaa? Canım istemedi falan..

Şimdi de kendimi zorlarken çalışmaya ay gideyim bir iki çift laf edeyim dedim.

Ha bir de gerginim bildiğin bugün. Akşam yemeğini beceremedim, aç kaldım, yağsız makarna yedim sossuz, yoğurtlu saçma sapan, diyetteyim diye dışarıdan söyleyemedim en kolay yapılan yemeği en abuk biçimiyle yedim. Saçmaladım, fast food yeseydim en azından mutlu bir şişko olurdum. Şimdi mutsu şişkoyum.. Şaka şaka 7 kg verdim ben n'abbeeeeerrr?!

Evet hem de Mart sonundan beri. Yani Nisan başı de.. Nasıl mı? :P Pek yazı dili.. Nasıl mı? O halde tıkla..
Yok tıklama bir yere şaka len şaka..

Yemedim yani klasik işte. Kahvaltı yumurtalı peynirli, öğle sebze-yoğurt akşam et -salata.. Arada ara öğünler, yürüyüşler...

Oluyor.. Yani yapınca oluyor.. Ama diyetteyim diye makarnaları hüpledersen bugün yaptığım gibi olmuyor.

Bu sene henüz Ramazan bana uğramadı.. Bakalım...

Neyse cancağızlarım sanmayın ki okumuyorum.. Okuyorum sizi.
Ama yazamıyorum işte.
Bilmem ne bişiler.
Öperim.

4 Haziran 2015 Perşembe

Birikmiş Çamaşırlar...

Çok biriktirdiğinde çok saçma sapan yerlerden, saçma cümleler, kopuk kopuk hikayeler fırlayabiliyor içinden, dışından, kaleminden anana, babana, kocana, karına..

İyisi mi biriktirme..
Yaz, konuş ama biriktirme.

Evet artık yeni evimdeyim.
Artık bir mutfağım var.
Tabii nohut oda bakla sofa..
Ferahladım ben.
Bir oh dedim..
Ama alışamadım hala.. Biraz zaman, biraz yaşanmışlık lazım yeni evlere..

İlk evliliğim, ilk heyecanımı geçirdiğim pembe-beyaz güneş içinde evimi bıraktım.

Şimdi başka ferahları olan, daha az ışıklı, daha geniş adımlı, biraz yeşilli, bol örümcekli yeni evim var. :)

Dinlenmeye çalışıyorum senenin, dönemin, ayın, yılın çeşit çeşit halleri var üzerimde.
Yeni kararlar, yeni heyecanlar var.
Aynı değişmeyen sabit tuhaflıklar var.

Çok çalışıyorum. Ondan bu haller.
Haydi eyvallah..!





6 Mayıs 2015 Çarşamba

Cihan'ın Bahçesi...

Her şey olurdu da bloggerlardan birinin ölümünü pek yaşamamıştım.

Tatlı mı tatlı Cihan'ın Hanım, el emeği göz nuru işleri, rengarenk dünyası, her şeyini paylaştığı bloğuya artık aramızda olmayacak.

Melek oldu.

Yazıları kaldı.

Hayat çok acayip.
Çok üzgünüm.
Kelimem yok.

http://cihaninbahcesi.blogspot.com.tr/

28 Nisan 2015 Salı

Son Zamanlarda Hayat...

Hay pipıl,

Bugünlerde baharın gelmesiyle, içimdeki yeşil, çorak topraklarım, gün ışığım tekrar gün yüzüne çıktı.
Her şey aynı ya..
Yine ben düzenlemeye çalışan kendini.
Bunu da yapmalıyım, şöyle mi olsa, nasıl üstesinden gelsem havaları havaları, Roman havaları..

Parklar çok güzel.
Laleler.
Sümbüller.

Kendimi sıklıkla atıyorum sokaklara.
Hatta bu sabah, hayatımda ilk kez 06.15'te çıktım sokağa, parka gittim yürüyüşe.. Kimse yoktu tabii ki, hava aydınlık, kuşlar uyanmış bir gün öncesinden yerlerde kalan yemekleri topluyor. Deniz durgun sessiz.. Doğa ne güzel bir şey ya! Bir saniye ne diyordum, hah yürüdüm.. 45 dakika yürüdüm. Sonra eve geldim duş aldım, layk yuropiiiinnn pipıl... İşe geldim.

Evet spor mutluluk sağlıyor, kendini iyi hissetme, bir türlü ben işe yarıyorum, iyi ki varım hissi..
Bunu ne kadar yapabilirim bilmiyorum şimdilik.
Ama yarın sabah Pınarla anlaştık, evden Kadıköy'e yürüyeceğiz, sonra motorla Eminönü, Eminönü'ndende işe yürüyelim dedik.. Sırtıma havlu koyayım da üşütmeyeyim değil mi..

İşte sanırım önemli olan devam etmek buna.
Bugün sabahın köründe Gülistan'a çay ocağında istikrar önemlidir diye bağırdım da ne oldu. Bana da lazım.

Evet kilo vermeye başladım, şimdilik 3 kg gitti. Son iki haftadır tartılmıyorum, yarın tartılacağım (Tartılma kelimesini google tanımıyor, altını çizdi, hatta kendi adını da tanımıyor onunda altını çizdi) Gereksiz bilgilerden sonra söyleyebilirim ki beklentim 1 ile 1,5 kg arası yarın için. Göreceğiz.

Yine bir hareket halindeyiz şu ara..
Çok uzun nasıl anlatacağım günlük bilmem, bilemedim. Fotoları koymalı, uzun uzun bakmalı, anlamaya çalışmalı şu garibin hayatını.:P

O halde günlüğümü son zamanların bir kaç fotosuyla şenlendirmenin zamanı geldi..
Neler yaptım görselli mörselli aşağıda..

Gizem geldi İngiltereden, evlenecek o. Gelinlik provası için buluştuk. Kendimizi denize verdik. Gizem is the rayban girl. Aman işte size göre en sağda öndeki.
Nesli and me.


Yemeler, içmeler, muhabbetler...

İyi kızlar ceneteeeee.....


Herkes diyette, ya sen?
Canikonun doğum günüydü, 3 yaşını bitirdi, pazıları güçlenmemiş miydi?


Pascal Nouma'nın kızıymış, adı Elma.. Sipariş ettim bundan istiyorum.


21 Nisan Ceren'in doğumgünü, gayet emrivaki bir biçimde ona doğumgünü yaptık, İncesaz Konseri, Moda Sahnesi.
Ortada Elçin ve tabii ki ben olmayan da Ceren.
                                   Elçin'in cadı Prenses'i büyüdü, adam oldu, 1 yaşını bitirdi..


 Aldığım en güzel doğum günü hediyelerinden!Rakı Ansiklopedisi... Evet Şubatta doğduk, Nisan'da hediye aldım, itiraz etmedim bayıldım! :) Erdem&İlkim gecesinden...

Mücver bile var..


Klasik kemençeyi aradım hemen ama bulamadım, Kemani Tatyos Efendiyi gördüm, güzel ama eksik bilesin yayıncı..
Can'ım geldi bana, park bahçe takıldık tabii.

Arcan abisinin gitarı, numaradan pozlar bişiler..


Burak evlendi.. Çok hoş ve romantikti her şey..


Göztepe Parkı 







Vaayy ne uzun post olmuş..
Yani böyle, sağa koştur soldan doldur, onu gör, şunu yap geçiyor zaman.
Haydi Behlül kaçar..
:)

15 Nisan 2015 Çarşamba

Biriken ve Rıza Kocaoğlu İle Ormanlardan Hemen Önceki Gece

Geçtiğimiz günlerde, Zorlu Center PSM'de Biriken'in bu sezon çıkarmış olduğu 2. oyuna gittim. Ormanlardan Hemen Önceki Gece, Rıza Kocaoğlu performansı ve Biriken'in rejisiyle sahnelerde..
Evet söyleyecek çok sözüm var.

Nerden başlamalı yazıyı nasıl kurgulamalı bilmiyorum..

Metinden mi başlasak? Ormanlardan Hemen Önceki Gece (La nuit juste avant les forets) Bernard Marie Koltes'in tek kişilik oyunu.. Koltes, 1948-1989 yılları arasında yaşamış Fransız, çağdaş tiyatronun yazarlarından. Hayatını tiyaro, reji, sinema ve yazarlık ile geçiren Koltes, yaşamı boyunca defalarca kanser olup, intihar telebbüslerinde bulunmuş ve sanırım aids olarak ölmüştür. Koltes'in bir kaç eserine göz attığınızda aslında kendi hayatından, umutlarından ve umutsuzluklarından, dünya görüşünden çok büyük parçalar görebilirsiniz. Ormanlardan Hemen Önceki Gece'de olduğu gibi...

"Bunların hepsi dibine kadar politika zaten.. Bunlar sadece adamın kafasını karıştırır.
İşte o yüzden sen benim fikrimi dinle..
Uluslararası ölçekte sendika..
Burada önemli nokta uluslararası ölçek noktası. Zor şimdi hepsini birden seni geç kendime bile anlatması.
Ana politika yok işin içinde, benim fikrimin özü kendimi korumak."



Metin oldukça karışık. Parça parça hikayelerle bir bütün oluşturmakta. Özünde yalnızlığın izleri var. Anlatmak, konuşmak, fikirlerini söylemek, paylaşmak aslında özlem duyulanlardan.. Ben oyunda büyük bir yalnızlık ve çok büyük bir ötekileşme duygusu aldım.. İçinde büyük hikayeleri olan baş oyuncu, anlatmak istediklerini, paylaşmak istediklerini, fikirlerini durmaksızın tek nefeste seyirciye anlatmakta.. Belki de o yüzden, yani bir volkanın patlama anı gibi, kontrolsüzce çıkan kelimeler farklı hikayeleri temsil ederek bütüne gitmekte..

"Elini hiç bir şeye süremeyen ben, her yere girip çıkıcam, hani nerdesiniz nerdesiniz?, bugüne kadar suratıma tükürenler nerdesiniz?
Onlar benler, biz siz..
Şu omuzları kaldıra indire yürüyenler.. Bir köşebaşında savunmasız amaçsız takılanlar, annesinin dizinin dibinden gelenler, olurda rastlarsanız onlara vurmayın dokunmayın. O daha bir çocuk.
Benim fikrimde bu işte.
Tamam paramız pulumuz yok, belki geceyi geçirecek bir odam bile yok.."

Oyunu izlerken, hayal gücünüzde bir şehri canlandırabiliyorsunuz. Çok fazla şehir imgesine atıf var. Tabii ki benim gözümde canlanan Paris oldu. Koltes'in şehri olduğundan olabilir tabii :) Köprüler, parklar, dar sokaklar metnin içinde geçmekte..


Biriken bu sezon Tatyana'dan sonra ikinci oyunları olarak bu metni sergilemek istemiş.(Biriken=Melis Tezkan ve Okan Urun).. Tatyana bildiğim kadarıyla hala oynuyor ve son oyunlara yaklaştılar. O oyunla ilgili yazı için tık tık Biriken-Tatyana

Rejide, Biriken'in daha önceki işlerine nazaran daha metin ve oyuncu odaklı bir çalışma var. Tabii ki alışık olduğumuz görsel temalar, benim Biriken soundu dediğim müzikler :),  klasik müzik tınıları ve bir arya şarkısı oyunun sürprizlerinden. Dekor olarak ise, Birken'in sıklıkla kullanmayı sevdiği şeffaf oda bir oda ve eğimli bir platform sahneyi süslüyor. Bu dekorda oyunun sergilendiği sahnedeki derinlik ve taş duvar teması beni oldukça etkiledi. Dekor mimarisiyle (tamamen benim uydurduğum bir terim, ama sevdim!) kullanılan ışıklar, oyuna akıp gitmenizi kolaylaştırıyor. Rejideki bütünlük ve oyuncunun uyumu oldukça baskın ve seyirciyi içine çeken cinsten..



Ve Rıza Kocaoğlu.. Açıkçası büyük büyük övgüler yazıp, takdir edip sıyrılmak istemiyorum.
Ne demekse.. :)
Çok iyi buldum ben kendisini.
O metni, o hiç durmadan patlayan metni tane tane, ağzında gevelemeden, net bir biçimde aktarması.. Evet tiyatronun temeli bu, sahnenin en sonundaki insana kadar kelimeleri ulaştırman gerek, ama artık çok az böyle kullanımlar, ya mikrofon var ya da diksiyonu bozuk oyuncular. Ama Rıza'da o koca metin dalga dalga kulaklarda.. Her şey çok net..

Metnin yukarı çıktığı noktalarda, fiziksel olarak büyük hareketleri bir anda dikkati tekrar toparlıyor, sahneyi çok dolu dolu ve iyi kullanıyor. Vurgularını çok beğendim.. Hele ki tam da şurada..

"Boşverip her şeyi, bırakıp kendimi rüzgara koştum, yere değip değmediğini anlamadan ayaklarımın, en az senin kadar hızlı koştum, yetişip sana, tutup kolundan arkadaş arkadaş demek için koştum...
Tanıyorum seni tutamam içimde, anlatmam lazım!
Ben tanıyorum zaten seni, anlatacak kadar, biliyorum kimsin nesin..
Biliyorum sen doğru insansın anlatacak..
Köprünün üstündeki kızı anlatacak.."

Rıza Kocaoğlu'nun oyunculuğu, yüzündeki o çizgileri, ses tonu benim için Koltes'in metniyle ve anlatmak istediğiyle birebir oturmuş durumda. Hani ne derler...Good casting!!

Ama oyun bir bütün. Dediğim gibi kafamda Biriken-Rıza Kocaoğlu-Sahne ve Metin..Üçgenin uçları ve hepsi birbirine bağlı.

Oyun Zorlu Center PSM'de devam etmekte.. Bu sezon kaçırmadan izleyin derim.


*İtalik harflerle yazılan oyunun metninden kendi duyduklarım, birebir olmayabilir.


Yazan: Bernard-Marie Koltès
Çeviren: Ayberk Erkay
Yöneten, sahne tasarım, video: biriken (Melis Tezkan – Okan Urun)
Oyuncu: Rıza Kocaoğlu
Yönetmen yardımcısı: Gözde Kocaoğlu 
Işık tasarım: Kemal Yiğitcan
Ses tasarım / Müzik: Ömer Sarıgedik
Dekor uygulama: Jesse Gagliardi 
Arya: "Sposa son disprezzata" – Vivaldi - Soprano: Simge Büyükedes 
Piyano: İklim Tamkan

13 Nisan 2015 Pazartesi

Günlük Ritüeller/Yoksa Siz Hala Rutinden Şikayet mi Ediyorsunuz?

Etmeyin..
Çünkü içinizde bir deha yatıyor olabilir..
Başlıyorum anlatmaya hazır mısınız?

Bu senenin 24 Şubatında, yani may börtüdey gününde, Sevinç ablanın bana hediye ettiği "Günlük Ritüeller" kitabını elime aldığımda ve hemen içine bakmıştım her kitaba yaptığım gibi. Onlarca yazarın, düşünürün, yönetmenin, müzisyenin tüm dehasının kendi tutturdukları düzen içerisindeki ritüeller içinde olduğunu anlatan, kişilerin hayatlarından ve özellikle alışkanlıklarının özetlendiği inanılmaz akıcı ve gerçekten çok çok enteresan bir kitap. Günlük Ritüeller kitabını malesef zamansızlıktan yeni elime aldım. (Aslında zamanın her şeye yetebileceğini anlatan bu kitabın öz felsefesiyle tamamen aykırı bir cümle kurdum farkındayım).

Hemen hemen tavsiye ediyorum.. Kitap çok net, çok basit bir şekilde büyük dehaların önemli alışkanlıklarını anlatıyor. İçerisinde büyük derinlikler, ya da hayatlarındaki büyük olaylar, kırılma noktaları yok. Sadece çok özet bir biçimde, spot notlar var.

Ben ve benim gibi yüzlerce sabah 8-5 ya da 9-6 ya da 10-7 neyse ne, işe gitmek zorunda olan onlarca insan hayata yetişememekten, üretememekten, yazamamaktan, herhangi bir şey izlememekten, çocuğuna ailesine ilgi gösterememekten şikayetçi.. Evet bende.. Çünkü çoğumuzun yaptığı işle kendi yeteneklerinin ilgisi yok, ya yanlış tercihler, ya zorundalıklar insanların vaktinin büyük kısmını alıyor. Benim durumum biraz istisna aslında, düşününce çok çok sevdiğim işimi, çok sevimsiz bir ortamda yapıyorum.. Hoş benim kümem de doludur eminim..Çoğu zaman bu tarz rutinlerin  kişiyi körelttiğini çok güzel ve verimli zamanlarımın iş yerinde geçtiğini düşünürüm. Elbetteki sözüm farklı zevkleri olanlara, geliştirmek istedikleri yetenekleri, öğrenmek istediği el becerileri, okumak istediği kitaplara özlemi olanlara..

Bir diğer konu da günün hangi saatlerinin çalışmak için uygun olup olmadığı. Ben gündüz insanıyım o kesin. Ortaokul ve lisede arkadaşlarım sabahlayarak çalışırken ben 10-10,30 uyur sabah günün ilk ışıklarıyla kalkardım. Sanki o zaman beynim tüm verileri tek hamlede alır, ve inanılmaz net bilgiye ulaşırdım. Hala öyleyim. Benim için en zevkli, verimli ve konsantre saatlerim sabah 7-11 arası. O zamanlarda yaptıklarım inanılmaz etkili, beynim daha farklı çalışıyor sanki.. Düşününce ailede ve arkadaş çevremde insanlar daha gececi.. Arcan, ablam.. Onlar gece uyanan devler :) Annem, abim ben tavukgiller..

Günlük Ritüellerde, aslında büyük dehaların nasıl çalıştıkları yer alıyor. Mason Currey'in derlemesi olan kitap W.H. Auden'ın "Akıllı insanda rutin, ihtirasın işaretidir" sözüyle başlıyor..
İşte beni benden alan cümle ;)



Kitapta Simone de Beauvoir, Fredico Fellini, Mozart, Chopin, Arthur Miller, Haruki Murakami, Joan Miro, Franz Kafka, Agatha Christie, Jean Paul Sartre, Descartes, Stephen King, Leo Tolstoy, Victor Hugo, Balzac George Orwell, David Lynch'a kadar usta insanların, büyük adamların, çok başarıların, çok işlerin hayatlarından kesitler var. Ve daha ne isimler, yazamadım, çoook uzun...


Zamanı kontrol etmenin büyük yaratıcılıkların gelmesini sağladığını ifade eden kitapta bir kaç enteresan hikaye var ki paylaşmadan edemeyeceğim. Mesela Francis Bacon'un aslında bir alışkanlık insanı olduğu, Federico Fellini'nin  her sabah 6'da kalktığı, Ingmar Bergman'ın yıllar boyunca hep aynı programı izleyerek, düzenli bir hayat tarzının olduğu, Morton Feldman'ın bestelerini sabah 06-11.00 arasında yaptığını, Mozart'ın 6'da kalkıp 7'de hazır olduğu ve saat 9'a kadar çalıştığı ve Beethoven'ın da gün doğarken kalktığını ve en elzem sorumluluklar arasında banyo yapmayı saydığı bir hayat anlayışının olduğu...

Tüm bu dehaların bir ortak özelliği de var ki genel olarak çoğu egzersiz yapıyor. Bu egzersizler günümüzün popüler hareketleri olmasa da mutlaka programlarında günde bir saat yürüyüş var. Darwin, Charles Dickens, Flaubert, Honore de Balzac, Kant, Le Corbusier, Beethoven egzersiz yapanların başında. Haruki Murakami'nin koşu tutkusunu da biliyoruz tabii ki :) Haruki Murakami-Koşmasaydım Yazamazdım

Anthony Trollope'nin ömrünün büyük bir kısmında bir kamu kuruluşunda memur olması ve buna rağmen erkenden kalkarak tam 47 roman ve 16 kurgu dışı kitap üretmesi..Oh Jesus!! Şevk, teşvik, alkış, helal...Ne dersen... Ne istersen...

İçecekler de büyük önem taşımakta özellikle sabah kahveleri ve öğleden sonra başlayan sabaha karşı biten şarap seansları. :)



Tabii tuhaf alışkanlıklar da söz konusu, Thomas Wolfe ve Benjamin Franklin'in çıplak yazma seansları da enteresan geldi bana, özgürlüğün simgesi olmasın?

Kitabı okumaya devam ediyorum. Karşıma çıkacak örnekleri de merakla bekliyorum. Ama başta da söylediğim gibi şu erkenciler ve rutincileri tek geçiyorum..


Düşününce birden bu büyüüüükkk firmaların CEO'larının her sabah 05.30-6.00 saatlerinde kalkmaları, sporla güne başlamaları, düzenli beslenip işe akmaları, başarının anahtarı sayılır mı?


Haydi düşünelim, düşündürtelim.
Erken kalkıp yol alalım.
Şikayet etmeyelim.
Falan felan.





Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...