9 Ağustos 2016 Salı

Son havadisler...

Arda 4,5 aylık oldu. Artık iyice iletişim kuruyor bizimle. Daha da artacakmış öyle diyorlar. Taklit etmelere başladı, kendini keşfediyor. Ayaklarına, ellerine uzun uzun bakıyor. Sonrasında da hop ağıza atıyor. Aslında her şeyi ağzına götürüyor. Oyuncaklarını, battaniyelerini, yanında yakınında ne varsa.

Günler sabah işe gelme ve Arda'nın bakımıyla geçiyor. Ben işteyken anneanne devralıyor görevi. Hala anne sütü ile beslenmeye devam. Ben mecburi işe başladığım için, süt sağmalar sonucunda biberon alıyor sabahları. Sonra eve gidince akşama kadar yapış yapış bir haldeyiz. Emmeler, uykular hep birlikte. Akşam üstü mutlaka parktayız. Temiz hava, açık hava şart dediler! Eyvallah, zaten ev korkunç sıcak.

Fırsat buldukça okuyorum bir şeyler. Tabii şu ara bebek bakımı, bebek ve çocuk eğitimi ile ilgili. Arda için hangi oyuncağı alacağım, hangi oyunu oynayacağım, zeka ve duygu gelişimi için neler yapılması gerekiyor şöyle bir bakıyorum. Sonrasında ise tamamen kendi hislerim doğrultusunda davranıyorum. :)


Çok konuşuyoruz, çok anlatıyorum o da kendi diliyle mutlaka bana cevap veriyor. Tabii ki müzik! Vazgeçilmezimiz.. Var olan şarkılar, benim uydurduklarım, çocuk şarkıları hepsi dilimizde. Hatta geçen akşam salonda babasıyla onları bulduğumda, "Yandım Allah yandım yandırma beni derin uykulardan kaldırma beni...." sesleriyle ciddi ciddi dinlerken buldum onu. :) Her telden var çok şükür!

Yani özetle odağımız, varımız yoğumuz Arda.. Bütün telaşlarımız, yanlışlarımız, paniklerimiz, yeni öğrendiklerimizle devam ediyoruz. Her an yeni bir durumla karşılaşabiliyoruz.

Gündem sıkıcı, hayat sıkıcı, olanlar sıkıcı tabii.. Eğlencemiz kalmadı, kafa dağılmıyor bir türlü. Hep aynı kargaşa. eh o halde umut lazım diyerek yine sevdiklerimize sarılmaca..

Arda'nın büyümesiyle birlikte eski hayatımıza dönebilir miyiz acaba sorularımız yerini eyleme bıraktı. Pazar akşamı arkadaşlarımızla birlikteydik bizim evde. Hoş ben genellikle Arda ile bir arada farklı odalarda takılıyordum ama yine de iyi geldi hayata dokunmak. İki lakırdı, biraz müzik... "Normal things" ...

Hha bu arada bu yazıyı tamamlerken son dakika haberleri kamu personeli izinleri açıldı. Artık zorunlu işe gelmek zorunda değilim. Bingo! Şimdi yeniden plan yapıp düşünmek lazım önümüzdeki günleri.

Sevgilerden bir demet, öpücüklerden bir buket blog dünyası! Minik mercimeğin hayatından son haberler bunlar...


16 Haziran 2016 Perşembe

Hoş geldin Arda'm.. Hoşgeldin oğlum!

Bu benim mucizem..
Hep söylüyorum, benim hikayem, sanki sadece ben yaşamışcasına anneliği, özel benim için...

Arda doğalı aşağı yukarı 3 ay oldu.
3 aydır uykum, nefesim, bedenim ona ait.

Aslında ne yazılır nasıl anlatılır bilmiyorum.
Temmuz 2015'te öğrendim bebeğim olacağını, hem de Bodrum'da.. En sevdiğim yerde, en sevdiğim mavilerde..

O günden beri mucize diyorum kendisine. İçimdeki hücreye, onda atan kalbe, bendeki büyük hazineye, içimdeki denize, denizdeki balığıma..

İnsan inanamıyor bedeninin kuvvetine.
Kadının gücüne.
Bir minik göbek bağından bağlanmışız da, ayrılmaz olmuşuz..O benim canım olmuş! O rahmime düştüğünden beri dünya nüfusu 1'e düşmüş.. Her şey, herkes o olmuş...


Yüzümün şekli değişmiş, bakışlarım nurlanmış, cildim gerilmiş, içine pırıltılar konmuş sanki.

Göğüslerim top olmuş, süt kokmuş, mucize dolmuş.

Göbeğim artık göbek değilmiş kuzumun yuvası olmuş.

Bacaklarım genişlemiş, dünyanın tüm yüklerini taşır olmuş sanki..

Kollarım kocaman artık!

Aylarım şükürle geçmiş, gözlerim heep dolu doluymuş..

Derken gelmiş vuslat günü. 21 Mart 2016.. Günlerden pazartesi. Nevruz günü.. Baharın başlangıcı, çiçeklerin açışı, güneşin parlaması. Arda'm geldi o gün. Şükür şükür çok şükür...

Kafama çiçekler kondurdum ben oğlum...
Hep ağladım ben. Sulu sulu.
Şükür ettim ağladım.
İstedim ağladım.
Uykusuz kaldım ağladım.
Mucizeme ağladım.

Babası, ahh benim aklımın almadığı büyük sevgim! O da benim Hıdrellezim ya.. Bir 5 Mayıs günü doğmuş benim için. Omzuna koydum ya başımı.. Orada başladım bu sefer..

Ameliyatıma gidene kadar, durmadı heyecan, titredi çenem, gözlerimi kaçırdım herkesten. Korkuyormuşum, heyecanlıymışım, kaygılıymışım her şey olmuşum o an.

Dayısı, kocaman yürekli adam. Öptü elimi. Uğurladı beni.
Teyzesi, güç verdi her zamanki gibi.
Annemm.. Benden daha heyecanlı, şaşkın şaşkın...
Düğün gibi karşıladık onu. En sevdiklerimle, en yakınlarımla.. Kocaman aileyiz biz. Buna da bir şükür...


Geldi Arda. Kokladım kuzumu. Vuslatım oldu.
Adına Arda dedim aylar evvel. İyinin, doğrunun, insanlığın ardından gelsin diye.. Bilgelerin sözünü dinlesin, kendi süzgecinden geçirsin diye. Halef olsun, dürüstlüğü, güzelliği devralsın diye..


Şimdi uykuda özlüyor,
İçime çeke çeke kokluyor,
Tekrar içime sokmak istercesine sarılıyor,
Ağlamasına dayanamıyor,
Gülmesine aklım kayıyor,
Uykusuzluğumdan zevk alıyor,
Soğuyan yemeğim umrumda olmuyor,
En büyük bağımlılığım olan çayım olmadan da yaşayabiliyor,
Küçük fedakarlıkların büyük kahramanı ya da büyük fedakarlıkların küçük kahramanı olarak yaşıyorum.


Ablam Arda doğmadan bir dua etmişti.
Herkese uyumu, sakinliği annesine,
Ahlakı babasına,
Boyu posu, becerisi dayısına,
Fedakarlığı, askerliği anneannesine,
Hayat enerjisi babaannesine,
Çalışkanlığı dedesine benzesin dedi..

Benim babamı unutmuşuz ya duamızda.
Diğer dedesi Arda'nın gözlerinde geldi.. Bakışları sanki babam.. Bana armağan!

Hayatımda yaptığım her şeyi, beni ben yapan her şeyi rafa kaldırdım ben. Belkide hiç devam edemeyeceğim eski düzenime..

Anne mi oldum ben?
Hala inanamıyorum.

Şimdi başladı hayat bana. Sanki bu günler için gelmişim dünyaya. Öncesi yokmuş hayatımda. Sonrası hep bir merak..

Hep dua ettim.
Hep iyileri söyledim içinden. Tüm dualarıma birden.
Şimdi kocaman bir amin yeniden.
Amin.


Meraklısına:

Hamileliğimin başından beri normal doğum yapmak istemiştim. Bunun için onlarca pozitif doğum hikayesi okuyup, doğal doğum kitaplarının hepsini okudum. Ancak 5. ayımızda doktorumuz Gökmen İyigün plesentamın aşağıda olduğunu, yukarıya çıkmazsa normal doğumun imkansız olacağını belirtmişti. Üzülmedim, önemli olan ben ve bebeğin sağlığıydı tabii ki.. Ama bekleyeceğiz dedi, yukarı çıkacağını umuyorum diye beni teselli etti. Çıktı çıkmadı derken sonunda istenilen seviyeye ulaşılamadığı için sezeryan olmak zorunda kaldım. Sezeryan bence, zannımca, kanımca korkunç bir operasyon, normal doğum olaydı keşke ah keşke vah keşke! Ama neyse, bir şekilde sağlıkla geldi kuzum.

19 Şubat 2016 Cuma

Evet'lerde Hikmet Var

Son zamanlarda okuduğum en güzel yazılardan.. Nil Karaibrahimgil, Hürriyet, 15.02.2016...


"Şu yaşıma kadar, düşüne düşüne buldum ki: Bir şeye başlamamanın en önemli sebebi, beceremeyeceğin korkusudur.

Hepimizin kafasında bir toplum oturur. Hadi bilemedin, bir topluluk.
Çocukken olmayan bu topluluk, hangi ara toplanır da, sana çekidüzen vermeye başlar bilmiyorum ama iyi olmaz gelip yerleşmeleri. Bütün topluluklar gibi, onları da birbirlerine bağlayan şey korkudur çünkü. Sana da fıs fıs koku gibi bu korkuyu salarlar.
‘Bu söz konusu şeye başlayacak olursan, rezil olursun, beceremezsin, eline yüzüne bulaştırır sonra da oturur ağlarsın’ derler. Senin de ödün kopar. Varolan halini değiştirmezsin. İç güveysinden hallice de olsan, haline şükreder, kalkışmalardan aman aman kaçarsın.
Genellikle, en engellenmeye çalışılan şey başlangıçtır. Başlangıç çok güçlü şeydir çünkü. Bitirmenin yarısıdır denilmesi boşa değildir. Kalkışanın oku yaydan çıkar.
Eğer sizin de hayatınızda, benimki gibi, başlamaktan korktuğunuz şeyler varsa botlarınızı giyip yola koyulma vaktidir. Herkesin saati, zamanı kendinedir. Geç ya da erken yoktur.
Geç kalınmamıştır, erken de varılmamıştır. Her şey vaktindedir. Bu benim hayattaki en büyük batılım.
O sebeple, başlangıca, geç ya da erken diye sıfatlar takmayın. 60 yaşında ilk romanını yazan da var, 16’sında yazan da. Hayat, birden karar verip, hayatını değiştiren dönüştüren güzel insanların hikayeleriyle dolu.
Hepimizin, hele benim gibi ‘ya mükemmel olmazsa’ hastalarının kaçınıp durduğu işlere girişmenin çanlarını duyuyorum. Kendimi bir kenarda erteleyip duruyor buluyorum. Girmiş bir yere tavşan gibi titriyor. ‘Gel sen bakayım’ diye kulaklarından kavrayıp kaldırıyorum, gözlerinin içine bakıyorum, ne görüyorum dersiniz? Topluluk... Korku...
Mükemmeliyetçilik. Ya da bazen düpedüz tembellik. Bunları mazaret kabul etmeyelim.
Dikkat ettiniz mi, üşenmeyip, gitmeyi düşünmediğiniz bir yere evet dediğinizde ne güzel beklenmedik gelişmeler oluyor?
Benim ikinci en büyük batılım da bu: Evet’lerde hikmet var.
http://diyready.com/22-easy-teen-room-decor-ideas-for-girls/

İçinizdeki ‘hayır olmaz’ları, ‘evet neden olmasın’a çevirebildiğinizde, hayat senaryosunda büyük değişiklikler yaparsınız.
Evet deyip gittiğiniz yerde, biriyle tanışırsınız hayatınız değişir, ya da duyduğunuz bir cümle size yol işareti olur ya da gördüğünüz bir şey size kapı olur.
Evet diyarları, en küçük önemsiz gibi görünen tekliflere bile olsa, sihire açıktır. Aklınızda dans etmenin d’si yoktur ama bir arkadaşınıza evet demişsinizdir, kendinizi bir salonda döne döne dans edip eğlenirken bulursunuz.
Neden daha çok dans etmiyorum ki dersiniz, hayatınıza dans girer.
Evde miskin miskin oturuyorsunuzdur, ‘çıkıp bir yürüyeyim’e evet dersiniz, taptaze oksijenle kendinizle baş başa kalır, taptaze fikirlerle dönersiniz.
Aklınıza gelen bir kalkışmaya evet dersiniz, oturup yazmaya, çizmeye, söylemeye başlarsınız.
İçimizdeki topluluk tutucu. Değişmemizi istemiyor. Halimizden memnun aynı şeyleri tekrarlamamızı söylüyor. En azından böyle devam edersen, başına çok kötü bir şey gelmez ve yorulmazsın diyor.
Hayatsa bir şeyi tekrarlayıp durmak için çok kısa. Yorulmadan da evetler, vay be’lere dönüşmez. O halde madem bugün pazartesi, evet’lere başlamanın, korktuğumuz şeylere kalkışmanın tam zamanı.
Hepimize bol şans."

3 Şubat 2016 Çarşamba

Şimdi Derinn Bir Nefesss...

Trenimiz çuf çuf çuf ilerler, dünya mır mır mır kendi ekseninde döner, güneşe selam eder, günler geçer, aylardan Şubat olur. Biz minik minik kendi hayatımızda yol almaya devem eder.. Arpa boyu, bit boyu yollar. Akan hayat, hızlı gibi gelen bazen çok yavaş.

Bu ara günlere daha takığım. Sayıyorum onları. Büyük dönüme, vuslata az kaldığından.. Çok heyecan içinde, çok sabırsız aynı zamanda normal kalmaya çalışarak akışında, doğalında ilerliyorum. Gevşemek, rahat olmak, korkularından kaygılarından uzaklaşmak, onları elinde sopayla kovalamak gerek. 

Bunun için en etkili yöntem nefesmiş aslında. Biz nefesimizi doğru almıyormuşuz. Sadece uykumuzda doğru nefes alabilen bozuk mekanizmalar olmuşuz. Ha bir de bebekler sanırım, doğru nefesi alabilen, bozulmamış saf canlılarmış.

Nefes derslerinde öğretilen temel bilgilerden biri sağ burun deliğinden "solar", sol burun deliğinden alınan "lunar" enerjiymiş. Biri güneş biri ay, biri sarı biri gümüş.. İkisi tıkalı, bazen biri tıkalı, bazen ikisi açık olabiliyor bende. Hepsi insan üzerinde denge unsuru.. Anlamları farklı, içine getirdiği enerji farklı.

Metin Hara Yol kitabında ilk olarak nefesin öneminden başlar. Günde 10 dakika bunu yapın en azından der. Yani doğru nefes alın. O zaman beyninizdeki enerjiler, alfa-beta dalgalarının dengesi, sağlık başlı başına etkileniyor. Hatta hastalıkların sebebi bile doğru nefes alamadığımız için kaynaklanıyormuş.

Doğru nefes doğum için de çok önemli. Hafta sonu doğum koçu doula da diyorlar, (dula diye okunuyor) Esra Demiröz'ün doğum eğitimine katıldım. Doğru nefes teknikleri, doğumda aktif pozisyonlar, doğumda bilinmesi gerekenler gibi kısa -özet bir eğitimdi. Orada da yaptığımız deneyler sonucunda gördüm ki, dikkatini, odağını nefesine verdiğinde (en azından bir süre, sanırım sonra doğalında oluyor) hissettiğin acı azalıyor, vücudunun sana söyledikleri değişiyor, içindeki kötü enerjiler dağılıyor ve gevşiyorsun...

Şimdi biraz daha bu işin üzerine eğilmeli. Sadece doğum için değil. Bedenin ihtiyacı için.

Sağlık sağlık sağlık.
Sağlıklı günler.
Emanet bedene iyi bakmalı..

Bu arada, bağzı little things artık hazır :)

27 Ocak 2016 Çarşamba

İyi Bir Gece Lüks Bir İstek Aslında...

Ahh geceler..
En uyuduğum, en hızlı zaman geçirilen zamanlar..
Artık cin gibiyim.
Uyuyamıyorum.
Kaçta yatarsam yatayım 3,4,5 uyanıyorum ve sanki hayata hazırım, bitti uykum, haydi güne başlayalım tadında..



Hamilelikten mi ki?
Öyle diyollaaaaa...

Misal bu sabah 4'te uyanıp,5,5'a kadar evi dolaştığımdan, internet sörfü yaptığımdan,günü planlayıp programladığımdan sabah uyanmam gereken zamanda kalkamadım.
Yani sonra uyuyakalmışım ve işe geç kaldım, servisi kaçırdım vs.

32. hafta raporumuzu aldık, yani çalışabilirim dedim, iyiyim dedim devletime milletime, merak etmeyin sorun yok dedim. Ama uykularımdan bahsetmedim.. :/

Bakalım ne kadar dayanırız bu yolda yoldaşlar..

Çarşamba çürüğünden haberler bunlar.

Ha birde şu Bağdat Caddesi tecavüz olayı hayli canımı sıktı..
Mekan önemli gibi sanki dimi.. Adıda Bağdat caddesi.
Ne önemi varsa, tecavüz işte.
Korkunç.


20 Ocak 2016 Çarşamba

Annelere Akıl Danışmalar, Alışverişler, İkinci El Ağlamaları Başlıklı Edebi Yayın

Günler günlerin ardındaaaaaa
Seni unutmaaak mecburiyetindeyiiiimmmm...
Laylalaaaamm..

Tamam alakasız bu şarkı..
Şimdi günlerin anlam ve manasına dönelim..

Kamuda çalışan bir hamiş olarak 1 gün vali amcanın kar tatili ile şenlendim, dün de buz olur, baz olur, kayarım, düşerim, donarım kasılırım endişesiyle işe gitmedim. Eveet yaptım oldu, artık rahat bir insanım, madem herkes her şeyi kullanıyor bende bebemi, yavrımı öne sürüyorum.

Evde bir telaş bir telaş, beybinin yatak odası dolabı geldi. Kurduk, öncesi badana boya oldu, koktuk, pas olduk, kir olduk. Ya da toz olduk.. Evdeki bir milyon adet tablodan yarım milyonunu indirdik, gerçekten evimiz Louvre müzesiymiş. Şimdi İstanbul Moderne döndü.. Acaba biraz daha mı indirmeli? Şimdilik bilemedim. Çooocuumun tepkilerine göre karar vereceğim.

Minikonun dolabı...

Alınacak onlarca şey var hala... Puset, ana kucağı, ev tipi ana kucağı, beşik-park yatak, ıvır zıvırlar, onlarca şey.

Ve bunlar çok ama çok tuzlu şeyler sevgili okuyucularım.
Şansıma bana kimseden devrolmadı, gelmedi, olmadı...
Genelde kardeşlerden, arkadaşlardan, kuzenlerden gelen bu önemli ve hayati bebek yedek parçaları bulamıyoruz. Sözde çok kişi tanıyoruz. Pufff..

Her şeyi 0'dan alacağız.
Tabii ilk çocuğum her şeyin yenisi olsun, en iyisi olsun gibi bir kafayla da yaşayabilirsin. Doğrudur ki saygım da sonsuzdur. Ve ben çoğunlukla böyle düşünürüm. Lakin bazı şeyler var ki 3-5 ay kullanacak ve sonra kullanmayacak, yani ne gerek var bir ana kucağına 500 tl vermeye? O parayla ücretsiz iznini kullanırsın biraz daha, çocuğun yanında olursun. İşte gelecek kaygısına çıkmıyor mu tüm yollar sanki? Oooof oofff..

Ben size söyleyeyim bu çocuk işi doğum+alınanlar 20.000'e vurur. Teeleee tabi..


Cimri miyim?
Evet.
Gözüm döndü benim. Varyemez oldum.

Ben bunları alacağım ve herkesle paylaşacağım, iyi bir insan olacağım, melek kanatlarımı takacağım menapoza girene kadar da benim hakimiyetimde olacak. Sonra vereceğim, okiiii??
Tabüüküsüü... Her şey çok güzel... Çok şükür.


Bir de şey konusu var.. Yatak odasına beşik mi koymalıı park yatak mı? Sorun şu, yatak odasıyla bebek odası epey uzak.. Yatak odama sığar her türlü alet elevat. Beşikte 4-5 aydan fazla yatamaz diyorlar, ayırmak lazım diyorlar. Park yataklarda oldukça çirkin, ama işlevsel sanki.. Bebek orada daha uzun yatabilir sanki, yanımda, en az 1 sene, hmhh? Kim nasıl yaptı bu işi, akıl lazım, deneyim lazım. Haydi haydi anneler konuşsun ben susayım...

Sevgilerden bir demet, öpücüklerden en sulusu...






14 Ocak 2016 Perşembe

Dünyanın En Büyük Mucizelerinden: Hamilelik...

Dünyadaki ne ilk anne, ne de sonuncusuyum.
Ne ilk hamileyim, ne de sonum..
O kadar doğal.
O kadar sıradan.
O kadar arada.

Kendi dünyamdaki ilk anneliğim, belki son bilemem.
İlk hamileliğim.
O kadar özel.
O kadar önemli.
O kadar ayrıcalıklı.



Şimdi benim için bu kadar önemli, bu kadar büyük gelişmeyi yazmasam olmaz değil mi? Eh biraz konuşalım bari.. Geç bile kaldık.

Hamilelik benim için çok olumlu geçti ve geçiyor. Büyük büyük sıkıntılar yaşamadım, kendim gibiyim kendim gibiyim diyip durdum başından beri. Şükür ki..

Hamileliği 3 döneme ayırıyor bilimciler, uzmanlar, doktorlar, tatlılar.. 1. dönem ilk üç ay, en zorlu zamanlar. Yeni bir oluşum, değişen hormonlar ve değişime başlayan vücut yapısı. Hormon deyip geçme, hep söylerim kadınları hormonları yönetir diye. Beni de yönetti. Biraz sinir halleri, bolca uyku gelmesi, mide ezilmesi, yediğin şeyleri beğenmemeler, yedikten sonra mide bulantıları, üşürükten haller, eserekten püfürükler, ağlamalar, hassasiyetler..

Genelde insanlar sabah bulantıları yaşıyor, baş dönmeleri ama bende olmadı bu. Şanslı azınlıktasın dedi doktorum, ne serumlar yiyenler, rapor alıp evde geçirenler biliyorum dedi. Thankss God dedim bende!

Ama bende çok uyku ve halsizlik yaptı ne yalan söyleyeyim. İlk ayları ağustos-eylül idi, sıcaklardan bunaldım ve o kadar işi aynı anda yapabilen ben sadece işe gidebildim. Bir yanıma doktoramı, diğer yanıma kemençemi koydum. Onlarda orada öylece durup beklediler. Elime bile almadım. Eve gidip koltuğa yapışıyordum. Uzana uzana yendim hormonlarımı...

Bu dönem her ay 1 olmak üzere kilo aldım. Totalde 3 kg ile bitirdim. Onunda sebebi mide ezilmelerim ve bulantılarım için biraz karbonhidrat yedim. Pilav-yoğurt, makarna, ekmek tekrar girdi hayatıma, ama iyi oldu, o zamanlar ne yiyebilirsen.. Doktorlarda sağlıklı beslenmeyi ilk zamanlarda takmayın, bebeğin yediği minicik bir kan beslenmesi, kendinizi nasıl hissediyorsanız ona konsantre olun, iyi gelsin size yeter diyorlar. Yani benimki bana öyle dedi, epey rahatlattı.

2. Dönem ikinci 2,5 ay gibi aşağı yukarı.  Hamileliğin balayı diyorlar...  Vücudunun bebeğe alıştığı zamanlar, hormonların sakinlediği dönemler.. Artık sen eski sensin, istediğini yapabilirsin, otur kalk, git gez, vücudun aşağı yukarı aynı kiloda, henüz çok almamışsın falan. Hakikaten benim Ekim-Kasım Aralık bir kısmı öyle geçti. Ama o dönemde tez izleme jürim için çalışmam gerekiyordu ve biraz ders çalıştım, hafif stres, oturdum kaldım evde,işte.. Bu dönem bebeğim çok hareketlendi, her gün onun taklalarını, balık gibi yüzmelerini hisseder oldum.


Ayda 2 şer kilo aldım bu dönem. Toplam 9-10 oldu kilolar. Ama buna da şükür ki kendileri yoğunlukla göbeğimde kaldı, kolumda bacağımda, yüzümde bir yağlanma olmadı.. Olmuştur da öyle karpuz gibi olmadım yanii... Burnumun kanatları iki kulağıma değmedi.. kjajkdbckaffsfsfsfsss!!

Şimdi son dönem. Hamileliğin 31. haftası, 7. ayı.. Diğer zorlu kısım bu 3. periyod. Bebeğin iyice büyüdüğü, ağırlaştığı, kick box yaptığı, kişininde hafiften nefes nefese kaldığı ve çabuk yorulduğu bir zaman aralığı.. Deneyimliyorum :) Ama benim en şikayet ettiğim dönem bu dönem sanırım, bebiş mideme basıyor, midem gıcık yapıyor, boğazımdan geliyor o da öksürtüyoor.. Ve azıcık dombalak oldum...

Neleri iyi yaptımm bu süreçte? Her sabah organik yumurta yedim ve şahane kahvaltılar yaptım :) İş yerine getirdim her şeyimi.. Tebrik... Pınar bana heybeli diyoooor...:P. Beslenmeye özen gösterdim. %100 sağlıklı bir beslenme değil tamam kabul. ama %75-80 arası tutturdum diye düşünüyorum.. Yürüyüş yapmaya çalıştım, enerjimi zorladım, çok düzenli yapamasamda hep aklımdaydı.. Yoga yaptım, yapıyorum.. En güzel kısmıydı sanırım.. Öyle rahatladım ki.. Bu sayede büyük sırt ve bel ağrıları yaşamadım. Umarım son aylar da yaşamam.. Hiç ama hiç alkol almadım. Boza içtim bir iki kere, alkolü çok mudur ki? :) Kahve içmedim yani toplasan 3 kez Türk kahvesi, doktorlar veriyor günde 1 tane içebilirsin diyor, ama ne gerek dedim..Plesanta içine direkt giren, tansiyonu arttıran  gereksiz içecek.. Decaf filtre kahve yaptım içtim ama çok canım çektiğinde.

Neleri iyi yapamadım? Çay içtim ben..:( Doktor günde 1-2 bardak açık veriyor. Bende sabah minik bir kupa kahvaltıyla içtim. Açık ama. Üf çok sıkıcı açık. Ama bazen öğlenleri bazen akşamları da içtim tutamadım kendimii..:( Sonra bir kaç kere fast food yedim, hemde bayıla bayıla.. Zor tutuyorum kendimi yememek için halaa.. Ne tiksinti ne bir şey.  Her hafta 1 kez çılgınca mantı yedim en sevdiğim şeyyy! Ama bu kötü mü ki, etli yoğurtlu.. Bak bilemedim. 1 kavanoz nutella bitirdim. Ceviz, badem az yedim.  Ben ceviz sevmem ki! Üff bu konu ruhumu sıkıyor, yok zeki olur diyorlar yiyin diyorlar, aptal olmaz dimi kuzum ceviz yemedim diye.. Üf ya.. Başka... Başkaa... Aslında daha az kilo alabilirmişim ben ama kasmadım ya, hayatım boyunca kastım bu işi çünkü..

Şimdi alınan total kilo 11.
2 ay var.
15 ile bititirsem öpücem kendimi. Çok sevicem bir de haksızlık etmeyeceğim kendime bundan sonra.. Üff ne vaatler ne vaatler...

İşin fizyolojik kısmı bu şekilde.
Bir de duygu kısmı var kii.. Ooooofff ooooffff offfff!



Mucize bu.
Kadınlık bir mucize.
Allah çok büyük.
İnancım arttı resmen.
Çok mutluluk, çok şükür sebebi. Hem de her sabah uyandığında, her an durduğunda, hareketlerini hissettiğinde, her gece. Yani çok şükür çok şükür çok şükür...!

Biliyorum hassas mevzu çocuk.
Olmasını isteyeler, bunun için uğraşanlar, hayatını verenler, evladını kaybedenler..
Çok canı gönülden diliyorum ki, dileyen herkese gelsin bu mucize..

Ve bizlere nazar değmesin. Sağlıkla gelsin inşallah.

Heather Stifulsen Illustrations







11 Ocak 2016 Pazartesi

Kumsalda Hissetmenin Tek Yolu Var...

Haftaya kar geliyormuş İstanbul'a.
Kar'ı sevenler, sevmeyenler, kayanlar, top oynayanlar, ayı yogi gibi kardan adam yapanlar, kar-kahve-kedi temalı resim severler, okulları kapananlar, kapanasıcalar ve benim gibi hamilelere oldukça telaşlı ve karışık günler yolda sevgili okuyucularım.

Yağmur, sis, lodos sağda dursun.
Kar bomba haber, n'aaabeeerr...?

Ben kış severlerdenim. Güneşten kaçarım fellik fellik. Terlemekten nefret ederim, üşümek koymaz.
Sarı ışıkta duramam, ayaz kaz farketmez zıplarım falan ama dururum.

Yazı en sevdiğim yer tabikisi tatiller. Tatili sevmediğimi mi düşündün yavrusu? Yanıldın bak. ben İstanbul yazını sevmiyorum, yapışını, kaçışını, ıyk..

Oysa ki kumsallar, mavilikler, dalgalar benim o ben ben.. Balık burcuyum hem ben.. Sıcak havalarda serin sular benim olayım. Neyse işte, hep bunlar beni doğru anla diye..

Şimdi sen kar kış sevmiyorsan, al bu gözlüğü derim ben.
Hep kumsalda hisset.
Hep denizlere bak.



Karıma kışıma laf etme gözünü seveyim barajların dolması lazım.
Sonra yazın susuz kalır, yapışırsın yerlere.
İsyan etme.

İş yerinden haberler

Doğum iznine çıkmama az kaldı.
Yoo daha var 1,5 ay kadar..
Az mı çok mu?
Göreceli, görümceli.
Bana bir az bir çook geliyor.

Neyse ben daha üzerimdeki işi devretmedim.
Kasım'dan beri haydi haydi haydi ben bunu öğreteyim gel dostum desemde kimse beni iplemiyor.
Bende artık iplemiyorum.
Herhalde beni doğururken çağırmazlar değil mi?

Onun dışında aynı tas aynı hamam.
Bu kamu kurumlarından bir cacık olmaz.
8-5 çalışan içerideki çoğunluk 10-2 çalışan azınlık kurtçuklarla çürümekte.
Yani
10'da gelen adama hoş geldin diyen ve gülümseyen şefimin tatlı niyetini seviyorum ben evet.
Salak mıyım neyim?

İşte böyle son haberler okuyucum, gülüm.
Sevgilerden bir demet, öpücüklerden en sulusu...








2 Ocak 2016 Cumartesi

Hay janım, ben geldim..

Öyle ansızın çaaaat kapıyı çekerekten, aslında kimseye de söylemeden çektim gittim farkındayım.
Son yazımın üstünden ayylaaar ayylaaar geçmiş.
En son Ağustos'ta yazmışım, kendimi, olanları, bitenleri..

Bodrum'u anlatmışım.. İçimdeki küçük mucize demişim.. Orada öğrendim her şeyi, tam tatilin ortasında. Temmuz 21'de..
Ah o mucize şimdi içimde 6.5 aylık oldu, pipili, kıpır kıpır bişey...

Neler oldu neleerr desem hakikaten o kadar uzaklaşmışım yazmaktan.
Sen bir soğu bir soğu bir soğu..

İlk zamanlar mide halsizlikleri, sadece işe gidip gelmeler, başka hiç bir şey yapamamalarla geçti.
Sonra o su, bu su, doktorası, koşturması derken çok uzaklaştım ben kendimden, bir de burdan.

Şimdi 2016 oldu.. Umudum var :)

Çok yazmalı çok not almalı.

Herkese iyi yıllar.
Benim en büyük dileğim tüm sevdiklerimle birlikte sağlıkla mucizemi kucağıma almak.

Haydi ben size bu karda kışta şahane şarkılar göndereyim de barışalım gençlik..
Beni terk edenler de olmuş tabii bu arada blogger dünyasında :) Olsun kalan sağlar bizimdir. :)

Karlı İstanbul'a romantik şarkılar...

Herkese güzel seneler, mutlu umutlu yıllar, barış dolu, huzur dolu...
Görüşelim, ara beni ;)



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...