28 Mayıs 2014 Çarşamba

Blog Mim..

Uzun zamandır yapacağım Mim işte bugüne denk geldi.. Gelenek bloggerlar arasında bu soruları cevaplamak.. Anket defterleri vardı ya eskiden.. Onları hissettim soruları okuyunca. Daha iyi tanımak, tanımlamak için. Mim: http://kahve-tadinda.blogspot.com.tr/



1-Telefonun nerede?
Tam önümde, masada


2-Partnerin?
Komik


3-Saçların?
Dalgalı


4-Annen?
Can.


5-Baban?
Gitti


6-En sevdiğin eşya?
Dresuar


7-Bu gece gördüğün rüya?
Hatırlamıyorum


8-Hayalinde ki araba?
Arabalara hiç merakım olmadı biliyor musun?


9-İçinde bulunduğun oda?
Dedikodulu

10-Korkun?
Başarısızlık


11-10 sene içinde ne olmak istiyorsun?
Daha bir kendim

12-Sen ne değilsin?
Sevgisiz


13-En son yaptığın şey?
Kahvaltı


14-Üzerinde ne var?
Bluz


15-Senin hayatın?
Hareketli


16-Moralim...?
İyi


17.Şu an ne düşünüyorsun?
Bugünün nasıl biteceğini

18.Senin bilgisayarın?
Ne demek bu?

19.Bira?
Yazın

20.Aşk?
İçimde

27 Mayıs 2014 Salı

Can Yücel Yazmış..

Bazı adamlar işte gerçekten yazmak için doğuyor. Can Yücel'de onlardan.
Can Yücel dediğimizde akla ne gelir?
Datça, deniz ve şarap gelir bende.
Her biri birbirinden güzel..

Bugünlerde bir kaç ölüm haberi alırken, kendime sakladığım Can Yücel Yazısı çıktı karşıma.. Anonim de olabilir. Emin değilim. Haydi Can'mış gibi, Can'danmış gibi olsun..


Yaşamın en tatsız tarafı sona eriş seklidir... 

Şüphesiz ki yaşamı tersten yaşamak daha güzel, hatta mü kemmel olurdu. 
Nasıl mı? 
Cami'de uyanıyorsunuz. 
Bir tahta sandık içerisinde, herkes karşınızda saf durmuş, iyiliğinize dua 
ediyor ve tüm haklar helal edilmiş vaziyette tabuttan doğruluyorsunuz, 
yaşlı, olgun, ve ağırbaşlı olarak. 
Herkes etrafınızda, büyük bir itibar, iltifatlar, çocuklar torunlar hepsi 
hazır. 
Arabanıza kurulup evinize gidiyorsunuz. 
Doğar doğmaz devlet size maaş bağlıyor, aylık veya üç ayda bir maaşınızı 
alıyorsunuz. 
Ne güzel, hazır maaş, hazır ev... 
Altmışlı yaslara kadar garanti, huzur içinde yaşıyorsunuz. 
Sağlığınız gittikçe düzeliyor, kaslar güçleniyor, kuvvetleniyorsunuz. 
Bir gün çalışmak istiyorsunuz ve ise ilk başladığınız gün size hoş geldin 
hediyesi olarak bir plaket ve altın kol saati veriyor patronunuz.. Ve 
genel müdürlük veya bunun gibi yüksek bir makamdan tecrübelibir insan 
olarak ise başlıyorsunuz. 
Herkes karsınızda el pençe divan... 
Vücudunuzda da bazı hoşa giden hareketler de başlıyor. 
Gittikçe zayıflıyor forma giriyorsunuz. 
Diğer hormonal aktiviteler artıyor, fevkalade.... Aman ne güzel günler 
başlıyor... derken bir gün patron size artık üniversiteye gitsen daha iyi 
< STRONG> olur diyor. 
Bu arada babanız ortaya çıkmış, 'fazla çalıştın' diyor 'artık eve dön, işi 
bırak, okumaya basla, harçlığın benden olsun...' 
Keyfe bakar mısınız? 
Okuduğunuz dersler gittikçe kolaylaşıyor. Ekmek elden, su gölden bir dönem 
başlıyor. 
Partiler, diskotekler, kızların sayısı artıyor. 
Derken anne ve babanız sizi götürüp getirmeye başlı yor, araba kullanma 
derdi de yok artık.... 
Günün birinde sizi okuldan da alıyorlar, 'evde otur, keyfine bak, 
oyuncaklarınla oyna' diyorlar. 
Mamanız ağzınıza veriliyor, zaman zaman altınızı bile temizliyorlar, hatta 
bu durum alışkanlık yaratıyor ve hiç tuvalet kullanmamaya başlıyorsunuz. 
Derken anneniz bir gün size süt verme kararını alıyor ve başka bir keyifli 
dönem başlıyor. 
Mama artık her yerde, her an ve en taze şeklinde hazır. 
Bir gün karanlık ılık ve sıcak bir ortama giriyorsunuz. Beslenmek için 
ağzınızı açmaya dahi gerek yok, bir kordondan besleniyor, sıcacık, 
yumuşacık, gürültü ve patırtısız bir ortamda yaşıyorsunuz. 
Küçülüyor, küçülüyor, ufacık bir hücre halini alıyorsunuz. 
Veeeeee.... 
En güzeli deeee...... 
Günün birinde müthiş keyifli bir geceyle hayatiniz bitiyor...





20 Mayıs 2014 Salı

Olanlar, Bitenler Neler Acaba?

Geçen hafta başlayan ve devam eden acı, isyan, gözyaşı ve kalp ağrılarıyla yolumuz akmakta..
Tüm bunların yanı sıra berbat bir Çarşamba-Perşembe ve Cuma geçirdim.
Klasik Kemençemin sesi iyice bozuldu... Do pestleşti, si tizleşti..Öyle bir kaydım ki sorma.
Ne zaman sıkılsam, ne zaman üzülsem olan elime, kemençeme olmaya başladı.. Bütünleşmeye mi başladık ne?

Cumartesi tam 2,5 yıldır planladığım duamı okuttum.. Evimize tam 23 kişi geldi.. Öyle korktum ki sığmayacak, olmayacak diye, bir şekilde oldu. Çok da güzel oldu.. Dualar okundu, bereketler arttı.. Tam da bu acının üstüne denk geldi.. Bol dualı, bol kendimize kapalı zamanlar yaşadık..

Tabii ki ben Cumartesi akşamı ayaklarımı hissetmiyordum, erkenden yattım ve pazar sabahı 11'de kalktım.. Ki bu saat benim için rekor, amma uyumuşum.. Kahvaltı ve sonrasında tekrar uyudum, uyudum uyudum bir daha uyudum, kalktığımda şişmiştim inan.. Akşam üstü Elçin ile park buluşmamıza, Can'da katılınca şahane oldu, neyse kendimi toplamıştım biraz..Park, deniz, bahçe derken Pazar'ı da bitiridik..

Kafa dağıtmam lazım dedim kendime, farklı bir şey yapayım..Film izledik!
İnsanların rutini bizim için olay...

Filmi ben seçtim..
Şahane beynim, aklım, sihirli parmaklarım 2014 Oscar ödüllü filmi seçti.. "12 Yıllık Esaret".. Ağır mı ağır.. Durumumun üstüne şahane kaymak..

Film ayrı bir blog konusu.. Oscarlık mıydı? Elbetteki hayır.. Adamın 12 yıllık köle hayatını izledik lakin kendisinin kölelik sonrası yaptıkları daha da önemliyken.. İşte klasik çok acı çektiler, ne zor şartlarda kaldılar filmi.. ve klasik Akademi!

Derken aydınlık bir gün geldi..19 Mayıs Pazartesi.. Bayram geldi güneşiyle.. Acı vardı elbet, kutlanmadı ama güzelliği yetti..Mevlut'dan kalan toparlanmaca sabaha kaldı..Gün öyle verimli başladı benim adıma.. Bir kadın olarak derlenip toplanmayı verimden saydığımdan ötürü bana bön bön bakmayınız, şaşırmayınız lütfen..
Sonrası ise kültür sanat aktiviteleriyle devam etti..Öğleden sonra tiyatro festivaline almış olduğum ve Okan'ın aslında Biriken'in tabii kiii oyunu olan "Tatyana" yı izledim.

Biriken..
Tatyana..
Tiyatro Festivali..

İşte şahane konular.. Yaz yaz bitmesin..http://www.biriken.com/ Şimdi sen buradan bak Okan Urun kim, Melis Tezkan kim.. Neler yapmışlar bir incele bence. ;)

Tatyana yeni sezonda oynayacak.. Roller Meral Çetinkaya, Fırat Çelik, Mehmet Bilge Aslan, Defne Halman, Yelda Baskın, Pınar Göktaş ve Görkem Arslan'ın. Umarım unuttuğum yoktur.. Yeni sezonda bir kez daha izlemek için can atıyorum..


Günlük kısmı burada bitsin, ben baydım sen baymadıysan. Onu yaptım, bunu yaptım, oraya gittim vs.
Nihayetinde Salı sabahı iş başladı hayat devam ediyor.
Bloğuma yeni insanlar geliyor tanımadığım seviniyorum bak, bir midemde kelebek hissiyatı oluşuyor, içimdeki popüler lise ponpon kızı ölmemiş, yaşasın!


14 Mayıs 2014 Çarşamba

Soma

Dünden bu yana içim yanıyor.
Cayır cayır.
Yana yana.

Yerin bin kat altında, yerlere göklere sığdırılamayan kara inciler..
Emek'in gerçek tezahürü..
Ailelerinin kara sevdalıları, kara adamlar.

Bugün çoğu yok.
Dün sabah varlardı bugün yok.
Mucize olsun istiyorum.
Mucize lazım bugün bize.

Edit: Saat 14.36.. Şu anda resmi rakamlar 232 ölü..
Pek çalışamıyorum gazetelere bakmaktan, bakıp bakıp içimi daraltıyorum, nefes almak zor bugün.
İşte bazen geride kalmak ölmekten zor oluyor.
Bir de yakınımı kaybetmemiş halim bu orada..
Çektiğimiz acılar da anlamsız zaten, ne de olsa unutacağız.
Olan babasız kalan çocuklara, eşsiz kalan kadınlara olacak.
Oğlunu kaybetti bugün analar ve babalar.
Bu ülkenin acıları çok düşünene, çok yüreği olana ağır..
Dayanılmaz.
Zor
Yaşlandık.

13 Mayıs 2014 Salı

İyi insan

İnsanlara takığım..
Eskiden çok severdim, pembe, beyaz köpüklü, yumuşak bir halim vardı.
Çoğunu severdim insanların, bir kaç tanesi bööyle çok çok uçları görürdüm, onlardan uzak dururdum ve ayırırdım. Sevdiklerimle olurdum. Sevdiğim çoktu. Sevmediğim azdı. Nötr olduklarım da azıcıktı... Yani
A Kümesi büyüktür B'den, B eşittir kesişimine...

Sonra ne oldu? Sanırım iş ile birlikte değişti bir şeyler..
Hayatımda bu kadar değişik insanı bir arada mı görmüştüm, ben mi değişmiştim, tuhaf mı gelmişti bilmiyorum. Haa evet bayağı bir zaman herkesin annesini benim annem gibi, herkesin büyüme koşullarını kendiminki gibi kabul ettiğim doğru.. Sonra bilim insanı seviyesine kavuştum yıllar içinde :).. Daha objektif bakabilmeyi, yaşam ve büyüme koşullarını göz önünde tutmaya başladım.. Ama bu bende sanırım insanlar üzerine çok düşünme, haklarında çok konuşma potansiyeli yarattı. Bir taraftan hala anlamaya çalışma hali, neden böyle acaba durumu devam ediyor beynimde.

Haa bu arada bana bol şans veren şu hayat sezgilerimi kuvvetli, hissiyatlarımı yumuş yumuş duygulu yaptı..
Ne şansım oldu bununla?
Daha kolay gören, daha kolay hisseden biri oldum ben..
Kişilerdeki bir çok davranışı yorumlayabiliyorum, anlayabiliyorum. Bazen çok iyi, bazen çok kötü bir durum bu..

Mesela şu an bu yazıyı yazmama sebep "iyilik insanı" herkese sarılırken, aslında o kadar da iyi olmadığını taaa başından beri bilen ben, gidip uyarmak istiyorum kendisini..

Evet iyisin, bir çok insana göre çok iyisin gerçekten, ama abartma n'olursun ya..
Bir saçma gülümseme, sırıtık haller, bir dur lütfen..

9 Mayıs 2014 Cuma

Haruki Murakami, Koşmasaydım Yazamazdım

Bugün tam da blog yazmalık, evde oturmalık, çay/kahve içmelik, efendime söyleyeyim film/dizi izlemelik ama asla işe gelmemelik bir Mayıs günü.. Şu an bir işim olmadığından ötürü kendimi bloğuma vereyim dedim. Bugün ki konum, sizler için düşündüğüm konu ne? Ne acaba... Ama buraları okurken çoktaaaaan başlığı okumuş olmanızdan kaynaklı olarak konuyu anlamışsınızdır, ah makûs talihim, kör gözlerim! (Makûs u'nun üzerinde şapka var, Türk Dil Kurumu kaynaklı, bilesin okuyucu)

Konumuz: Koşmasaydım Yazamazdım adlı Haruki Murakami eseri. Bu kitaba doğum günümde Pınar sayesinde kavuştum ve uzun bir süre rafta bekledi doktora yeterliliğimden dolayı elime alamadım. Şimdi kitabımı okumanın sevinciyle hemen sizlerle paylaşıyorum. Yazar Japonya'nın Kyoto kentinde doğmuş, Tokyo'da okumuş ve yaşamını ABD'de sürdürmekte. "İmkansızın Şarkısı" yazarın ilk kitabı, Koşmasaydım Yazmazdım ise son eseri. Okumadım ilkini bilgi olsun diye verdim bak, ukalalık yapma bana..

Kitaba geçelim. Kitabın ismini aylarca "Konuşmasaydım Yazmazdım" olarak okuyarak ilk başarımı elde ettim zaten. Hatta Pınar'la konuşurken "Bak benim buraya taşıdığım eski bloğuma ne kadar benziyor bende konuşurken yazdım gibi bir blog ismi açtım ne büyük tesadüf dimi, bu da konuşmasaydım yazmazdım." o da dedi ki "Yoo, yazar aslında pek konuşmaz, hatta konuşmadığı için daha iyi yazdığını söylüyor" gibi bir şeyler söyledi. Bende gözlerimi devire devire yoo, ne alaka, dur bulayıım sana cümlelerini dedim falan. Sonra Shit! Adam koşmasaydım diyormuş, konuşmasaydım değil.. Koş-ma-say-dım.! Gerçekten dikkatsizlikte de tavanım çok zaman..

Dolayısıyla kitabı tekrar ele aldım, başa döndüm, evet kitapta yazar yaklaşık 30 yılın birikimiyle, farklı şehirlerde, farklı biçimlerdeki koşu hayatından bahsediyor. Koşma eylemini hem fiziksel açıdan ele alırken hem de hayatına dair kararlarından, hayallerinden ve birikimlerinden bahsediyor. Maraton, yarı maraton, triatlon, dakikalar, kilometreler, nabız sayılarının içerisinden geçtiği şehirler, New York, Atina, Tokyo, Hawai'de bulunduğu zamanlardan anılarıyla süslemekte.. Haruki Murakami ile yaptığım araştırmada kitaplarının milyonlarca sattığı bilgisi gözüme ilişince neden daha önce kendisiyle karşılaşmadığımı sorguladım evet.. Böylesine bir yazarın hayatında çok önemsediği ve 30 yıldır aksatmadığı koşu sporuna yer vermemek olmazdı.. Çünkü insanlar aslında mesleği, işi, evinin dışında yaptıklarıyla kendilerini ifade ederler. Hobi diye ilkokulda anket defterlerinde sorulan ve senin de "yüzme, kitap okuma, film seyretme" gibi saçma sapan doldurduğun cevaplar yaşın ilerlediğinde hala yanındaysa, sen onun çok içindeysen, gerçekten iyi yüzücüysen, film arşivin varsa, müzikle ilgileniyorsan işte o sensin, senin en parlak yüzün.. Dolayısıyla yazar, yazmaktan başka diğer yüzünü anlatmış bize, koşunun yazısına yansımasını, ikisinin birbirine bağını anlatmış..

Beni en etkileyen kitap cümleleri ise şöyle;

"Acı kaçınılmazdır ama acı çekmek bir tercih meselesidir" (Kitabın girizgahı)
"Yürekte açılan yaralar, bir insanın bağımsızlığı karşısında dünyaya ödemek zorunda olduğu çok zor bir bedel"

"Murakami Bey, insan sizin gibi sağlıklı bir yaşam sürünce zamanla roman yazamaz hale gelmez mi?" Arada sırada insanlar bu soruyu sorar bana. Roman yazmak, sağlıksız bir eylem; yazar olan kişi de sağlıklı olmak dediğimiz çemberden uzak bir yerde, mümkün olduğunca sağlıklı denemeyecek bir yaşam sürmek zorundaymış gibi. Biz roman yazmaya çalıştığımızda, insanlığın temelinde bulunan zehir gibi bir şeyi istemesek de çekip çıkarır, görünür kılarız. Yazarlar az çok bu zehre maruz kalır. Bu zehir işin içine girmediği sürece, gerçek anlamda yaratıcılık eylemi ortaya konulamaz çünkü (tuhaf bir benzetmeyle söyleyeceğim ama balon balığının zehirli kısmının aynı zamanda en lezzetli kısmı olmasıyla tıpatıp benzeyen bir durum galiba). Ama gerçekten sağlıksız olan şeylerle uğraşmak için insan mümkün olduğunca sağlıklı olmak zorundadır. Bu, benim tezim. Yani sağlıksız bir ruh bile, yine sağlıklı bir vücuda gereksinim duyar. İşte bu yüzden, böyle biri sanatçı olamaz, dense bile ben koşmaya devam ediyorum."

"Okul işte öyle bir yerdir. Okullarda bizim öğrendiğimiz en önemli şey, en önemli şeylerin okullarda öğrenilemeyeceği gerçeğidir"

Pınar'a tekrar teşekkürler.. Tanıştırdığı için beni Haruki Murakami ile..

Size de güzel öneri, hafta sonu yağmurlu ve soğuk geçecek evde oturmalı, kitap okumalı :)

Koşmasaydım YazamazdımHaruki Murakami/ Çeviren: Hüseyin Can Erkin/ Doğan Kitap/ 170 s.

5 Mayıs 2014 Pazartesi

Hıdrellez ve 5 Mayıs

Bugün Hıdrellez..
Kağıtlar, kalemler çizilmiş toprağa gömülmüş ve O'na yakaran eller beklemiş umutla.
Toprağın verimiyle beslenen tüm dilekler geri dönmüş hayata..

Ve benim canımın canı..
İçimin parçasını bana vermiş Yaradan..
Bundan güzel Hıdrellez, bundan güzel bahar bayramı olmaz ki benim için..
İyi ki doğdun canım, arım, canım..
Canim yarim..

Mayıs'a Başlarken...

Uzun aralar geçti yine. Halbuki ben günlük tutacaktım değil mi? Düşünün, o kadar yoğun kendi içine kapalı ve sıkıcı günler geçirdim ki, hiç bir şey yapasım gelmedi, enerjim yoktu ve daha da doğrusu insani faaliyetlerde bulunmadım.

Geçtiğimiz hafta Çarşamba günü yani 30 Nisan'da Doktora Yeterliliği'me girdim.. Sabah 8 itibari ile önce yazılı öğleden sonra jürinin karşısına çıktım. Nasıldı? Yazılı sınav gerçekten iyi geçti, hem sorular, hem sakinliğim hem de kocaman bir sınıfta yapayalnız olmam beni son derece olumlu etkiledi. saat 1 gibi yazılı sınavımı verdim, saat 15.30'da da jüri beni bekliyordu...

Tahmin edersiniz ki jüri önüne çıkmak hayli heyecan verici. Başlar başlamaz beni dışarıya çıkardılar, kağıtlarımı okudular. Sonra tekrar içeri ve jüri başladı. Güzin Hoca bana yazılıda sorduğu soruyu tekrar açıklattı, ilk olması sebebiyle heyecanlandım tekledim, tükledim..Soruyu tekrarlattım daha komiği :)) Neyse sonra Oya Hocaya geçti aşağı yukarı Güzin hocayla aynı soruyu sordu ve ben yine aynı şeyleri söyledim, aynı şeyleri söyledikçe daha da heyecanlandım ve diğer hocaya geçti sağolsun o da yaklaşık bir soru sordu. Gerçekten aylardır 100 şeye çalıştıysam sınavda bana 1 soru sordular, aynı şeyi dönüp dönüp sordular ve bende dönüp dönüp söyledim..

Dolayısıyla oldukça perişan oldum çıkınca da kendimi hiç iyi hissetmedim.. Gayet kötü bir sınavdı bence.. Ha bu arada, evet geçtim.. Sınav bitmeden beni geçirdiklerini söylediler. Ohhhh mu? Ehh kısmen...

Tabii 30 Nisan'ın ardından güzel olan ertesi günün 1 Mayıs tatil olmasıydı.Uyandım geç bir saatte ve güzel bir kahvaltı.. Hak etmiş miydim? Evet :)
Sonra bir boşluk.. Ee n'apacağım şimdi? Molly ile birlikte kendimi sokaklara attım, uzun uzun yürüdük Bağdat Caddesi'nde, bir kahve içtik o su içti tabii :)), sevdik sevildik derken dönerken çiçek aldım. Bahar çiçeklerimi, hayatımda ilk kez çiçek diktim. Mini gül aldım ve diktim sonra bir orkidem oldu.. Bahçeyi suladım, kapımın önünü temizledim.. Bildiğin insani faaliyetlerde bulundum, mutlu oldum ben çook :))


Orkidem.. Bakabilirim umarım..
                   Mini güllerim, sanırım çok dayanmıyorlarmış... Neyse bakacağız artık..


İşte çok sıkıldığında, sıkıştığında sonrasında yaptığın her şey seni o kadar mutlu ediyor ki.. Bir eşikten atlamak ve sonrasında özgür olmak asıl tadı veren şey..O gün içtiğim kahvenin tadı damağımda, öyle bir hal..

Mayıs güzel geldi işte :)
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...